Thread Rating:
  • 19 Vote(s) - 3.26 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Felek Nedir? İslamda Felek Kavramı
#1
Dini-1 
   

Felek Nedir? İslamda Felek Kavramı

Yıldızların döndükleri gök. Çoğulu eflâk'dır. Rağıb, müfredatında aynı kelimeyi yıldızların cereyan ettikleri (aktıkları) yer olarak tarif etmiştir; fakat asıl anlatılmak istenen, yıldızların yörüngesi demek olan göktür. Felek kelimesinin kendisi de yıldızları deveran eden gök için kullanılır.
Felek, astronomi ile ilgili bir terim olup, müstedir (yuvarlak) hareketlerle akan dünya küresi ve bu kürenin mıntıkası, ay ve güneşle beraber seyyarelerden (gezegenler) her birinin hareket ettiği yörüngesi anlamına gelir (Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I/596).
Felek kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de iki yerde geçmektedir. Bunlardan birincisi "O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir'' (el-Enbiyâ, 21/33). İkincisi de "Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunların her biri belli bir yörüngede yüzmeğe (akıp gitmeğe) devam ederler" (Yâsin, 36/40) şeklinde zikredilmektedir.
Birinci ve ikinci ayette "her biri bir yörüngede yüzmektedir" Yani yürüyüp gitmektedir, denildiğine göre sadece güneş ve ayın değil tüm gök cisimlerinin kendi yörüngelerinde yüzdüklerini (akıp gittiklerini) durgun ve sabit olmadıklarını ifade etmektedir (Mevdûdî, Tefhim, III/279).
Yâsin suresinde de şu güzel açıklamayı görüyoruz: Burada "hepsinin aynı felekte yüzdükleri" şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Böylece dört hakikata birden işaret olunmaktadır:
1- Sadece güneş değil, ay, yıldızlar, gezeğenler, samanyolu vs. hepsi de hareket etmektedirler.
2- Bunların her birinin ekseni ayrı ayrıdır.
3- Felekler değil yıldızlar, gezeğenler hareket etmektedirler.
4- Bunlar suda herhangi bir maddenin görünüşü gibi fezada da yüzmektedirler.
Elbette ki bu ayet ile âstronomi bilgisi vermek istenmemektedir. Burâda insanlar sadece düşünmeye davet ediliyorlar; Yani sizler yeryüzünden gökyüzüne değin, nereye bakarsanız bakın, Allah'ın ayetlerini görürsünüz; ve hiç bir varlığın Allah'a ortak koştuğuna-dair bir emare bulamazsınız (Mevdûdî, Tefhim, IV, 524-525).
Felek sözcüğü mecâzı olarak bazı ifadelerde de kullanılmıştır.
Hoş vakit geçirmek anlamına "felekten bir gün çalmak"; düşkün, talihsiz anlamına "felekzede"; ümitsizliğe düşmek için "feleğe küsmek"; her türlü zorluklara uğramış tecrübe sahibi için "feleğin sillesini yemek" gibi ifadeler kullanılmaktadır (Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I/596-597).
Neyşabûri'nin zikrettiği görüşler de gerçekten ilginçtir: Ulema feleğin hakikatında ayrı görüşler ortaya koymuşlardır. el-Kelbiye göre felek, bir su küresidir ki onda yıldızlar yüzer. Zira Allah bu kelimeden sonra "Yüzerler" sözünü getirmiştir; yüzme ise suda yapılır
Hukemaya göre felek küre şeklinde bir cisimdir, ne ağırdır ne de hafif... (Neyşabûrî, Garaibü'l-Kur'an, XVII/19-20).
M. Hamdi Yazır'ın açıklaması da şudur: Felek devreden sürekli dönen şey olduğuna göre, bazıları onu devreden bir cisim saymışlar ki bunlar zamanlarının fen anlayışına kapılmış görünüyorlar. Halbuki felek, yıldızların yörüngesi diye tarif edilmiştir ki, sırf riyazî (matematiksel) bir ifadedir. Burada eski fennî nazariyeyi iptal söz konusudur. Çünkü eskiler güneş ve ayı felek hareket ettiriyor diyorlardı. Halbuki burada her birinin döndüğü birer mihveri olduğu açıklanıyor. Demek ki bugün, bu ve benzeri ayetlerde Kur'an'ın fenne karşı büyük bir zaferini okuyoruz

-----------------------

Sual: ((:::) felek, kimine kavun yedirir, kimine kelek) sözü küfür müdür?
CEVAP
Küfür değildir. Felek, kelimesinin birkaç manası varsa da meşhur manası dünya demektir. (:::) dünya da denir. Burada kötülenen dünyadır. Bir hadis-i şerifte de, (Dünya mel’undur) buyuruluyor. Feleğin yani dünyanın kendisi melun değil, orada işlenen haramlar ve mekruhlar mel’undur.

Aşağıda dünya ve felek ile ilgili deyim ve atasözleri incelenirse, felek ile dünyanın genelde aynı anlamda kullanıldığı görülür:
Feleğin çemberinden geçmek: Başından çeşitli olaylar geçip çok tecrübe sahibi olmak. Hayatın acı, tatlı günlerini görüp geçirmiş olmak.

Felek, kimine kavun yedirir, kimine kelek: Kimi rahat, kimi sıkıntı içinde yaşar.

Feleğin sillesini yemek: Büyük bir yıkıma uğramak.

Feleğini şaşırmak: Ummadığı bir durumda kalmak, şaşkına dönmek.

Felekten bir gün çalmak: Güzel bir gün geçirmek.

Felek yâr olsa: Şartlar uygun giderse.

Feleğe küsmek: Dünyaya küsmek, şansına küsmek.

Feleği şaşmak (Feleğini şaşırmak): Ummadığı bir duruma maruz kalmak.

Feleğe baş eğmez: Hiç kimseye müdarası yok.

Felek dönektir: Dünyaya güven olmaz.

Ecelim gelmeden öldürdün felek: Dünyanın kahrı beni zamansız öldürdü. Bu manada kullanmak yanlıştır. Kimse eceli gelmeden ölmez.

Feleğin her işi aksinedir deyimini İmam-ı Rabbani hazretlerinin şu sözü güzel açıklamaktadır:
Dünya, insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar, kaçarsan kovalar.

Acı olaylara maruz kalmayan, her istediğini yapacağını zanneder anlamında denir ki:
Feleğin sillesini yemeyen bir baş,
Elini demir sanır, yumruğunu taş.

Dünya ile ilgili deyimler:

Dünya başına dar gelmek: Çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak.

Dünyayı zindan (zehir) etmek: Bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak.

Dünya başına yıkılmak: Çok sıkılmak, ümidini kaybetmek.

Dünya ölümlü, gün akşamlı: Hiçbir durum sürekli değildir, her iyi durumun bir sonu vardır.

Dünya evine girmek: Evlenmek.

--------------------------

Ortaçağ İslâm kozmolojisinde yıldızları taşıdığına ve hareket ettirdiğine İnanılan şeffaf gökküre; gezegenlerin yörüngesi.
   Arapça'da "kirmen ağırşağı (yün iği başı); kadın göğsü; düz arazi üzerindeki kubbe şeklinde tepe, höyük; mehter ta­kımının çalgı aletlerinden yarım küre şeklindeki zil" gibi yuvarlak ve bombeli nesnelere verilen felek, felke ve filke adlarının aslı, Sumerce bala(g) (yuvarlak olmak; kendi etrafında dönmek) kökünden türetilen Akkadca pilakku (kirmen, iğ) kelimesidir.  Felek (çoğulu eflâk) bir astronomi terimi olarak "yıldızların döndüğü yer" anlamını taşımakta, aynı zamanda denizde oluşan girdap da bu adla anılmaktadır. İslâm astronomları güneşle ay dahil yedi gezegenin hareketini açıklamak üzere iç içe geçmiş yedi saydam halka tasavvur etmişler ve her halkaya birer gezegenin bindirildiği. felek denilen bu halkaların Allah'ın izniyle döndüğü fikrini benimsemişlerdir. Sistem, burçlar feleği ve nihayet yıldızsız Atlas feleğiyle tamamlanmaktadır. Bugünün astronomisinde "gökküre" anlamıyla kullanılan Grekçe sfaira (sphere) kelimesi de dönme mefhumunu ihtiva etmektedir ve felekle aynı semantiğe sahiptir. Müslüman gökbilimcilerinden Bîrûnî daire ve felek kelimelerinin eş anlamlı olduğunu, ancak felek kelimesinin daha ziyade hareket halindeki bir daireyi göstermek üzere küre yerine kullanıldığını belirtmiştir. Bu düşünüre göre de feleğe dönüş halindeki iğ ağırşağına benzediği için bu ad verilmiştir.
    Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan, "Her biri bir felekte yüzer" mealindeki âyette felek kelimesiyle gök cisimlerinin üzerinde döndüğü yer yahut yörüngeleri ifade edilmek istenmiştir. Ancak Fahreddin er-Râzî dönen her şeye Arapça'da felek dendiğini, fakat feleğin dönme olayının faili mi yoksa mahalli mi olduğunda ihtilâf bulunduğunu söylemektedir. Dahhâk b. Müzâhim el-Hilâlî'nin öncülüğünü yaptığı görüşe göre felek bir gök cismi değil gezegenlerin dönüş yeridir. Çoğunluk ise onun cismanî fakat şeffaf bir döner varlık olduğunu, gezegenlerin de üzerinde yer aldığı bu görünmeyen cisimle birlikte döndüğünü ileri sürmüştür. Filozofların feleğin mahiyeti hakkındaki görüşlerini ayrıntılı şekilde aktaran Râzî. sonuçta bunları mutlaka kabul etmenin gerekmediğini, alternatif fikirler üretmenin de mümkün olduğu­nu söyler. Öyle anlaşılıyor ki Râzî gerek feleği hareketli, yıldızları hareketsiz, gerekse yıldızları hareketli, feleği hareketsiz sayan görüşlerin ikisini de akla yakın bulmaktadır.
   Râgıb el-İsfahanı felek ve fülk (gemi) kelimeleri arasında bir ilişki görmektedir. Kök harflerinin aynı olması ikisi arasında etimolojik bir akrabalık bulunduğunu kanıtlamamakla beraber fülk kelimesinin feleğin çoğul şekillerinden birini teşkil ettiği bilinmektedir. Ancak İsfahanının iki kelime arasında kurduğu ilişki şu şekilde açıklanabilecek olan basit bir benzerliğe dayanmaktadır: Fülk bir "binek'tir; felek de yıldızların "aktığı yer'dir. Felek fülk gibi olduğu için, yani yıldızların içinde "yüzdüğü" ve taşıyıcı bir bineğe benzediği için -nitekim fülke "binek" anlamı da verilmiştir bu ismi almıştır. Arthur Jeffery de fülk kelimesini Akkadca'daki pilak-kudan türeyen felekle aynı kökten saymakta ve İsfahânfnin benzetmesine dik­kat çekmektedir. Bunun yanı sıra Kur'an'da gemi için ayrıca "akıp giden" anlamında câriye kelimesi kullanılmakta, bunun çoğulu olan cevâr da aynı şekilde gök cisimleri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, "Bütün gezegenler bir felekte yüzer" mealindeki âyeti bu benzetmelerin ışığında, "Sanki bir gemide imiş gibi onun yüzmesiyle yüzerler", "Bir gemi gibi yüzerler" veya "aynı galakside yüzerler" şeklinde yorumlamak mümkündür. İzlerine bugünkü "uzay gemisi, hava limanı, astronot" (Gr. astron-nautes "yıldız gemici, yıldızlar arası gemici") gibi kelimelerde de rastlanan göklerin kozmik bir okyanus, gök cisimlerinin birer gemi gibi düşünülmesi fikri antik kozmolojilerle ilgili olmalıdır.
   Felek kavramının İslâm felsefesinde. özellikle de Fârâbî'nin ortaya koyduğu sudur teorisinde önemli bir yeri vardır. Eflâtun'un "ideal şekil" dediği küreden meydana gelen, daima dönen, ruha sa­hip, dolayısıyla canlı ve akıllı olan gökler alemiyle Aristo'nun ay altı ve ay üstü âlemi ayırımına dayanan kozmolojisi İslâm filozoflarını çok etkilemiştir. Aristo'ya göre ay üstü alemindeki felekler beşinci bir unsur olan esirden (aithera) meydana gelmiştir ve hareketleri dairevîdir. Esir, zıddı olmayan ve değişmeye uğramayan, gerek nitelik gerekse nicelik bakımından dönüşüm geçirmeyen son derece hafif bir maddedir. Bu sebeple dört unsurdan oluşan ay altı âleminin mekaniği ile esirden oluşan feleklerin mekaniği tamamen farklıdır. Arzın merkezde ve hareketsiz durduğu, feleklerin ise onun etrafında dairevî şe­kilde hareket ettiği âlemin şekli de küredir. Bu iki filozofun görüşlerini Yeni Eflâtuncu yorumlarla tekrar ele alan İslâm filozofları sonuçta feleklerin dönüşüyle ay altı alemindeki fiziki değişmeler arasında illiyyet fikrine dayalı bir irtibat kuran bazı sistemler ortaya koydular. Ya'kûb b. İshak el-Kindî, muğlak bir ifadeyle feleği "ezelî olmayan suret sahibi unsur" şeklinde tanımlar. Ona göre felek­lerin konum ve hızları yeryüzündeki oluş ve bozuluşun yakın sebeplerini teşkil eder. Dört unsurun etkilenmesi sonucunda meydana gelen bu değişmeler iklimlerde, türlerde, ahlâk ve karakterlerde farklılığa sebep olur. Ancak ay altı ve ay üstü âlemlerini birbirine bağlayan sistem, kâinata bu düzeni koyan Allah'ın irade ve yönetiminden bağımsız değildir; çünkü felekler bu yüce kudret karşısında secde halinde­dir ve onların secdeleri itaat anlamına gelir.
   Fârâbî ise Allah ile âlem ve göklerle yer arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalıştığı sudur teorisinde küre yahut gök cisimleri (el-ecrâmü's-semâviyye) adıyla andığı felekleri, cisimleri yanında akıl ve ruhları da (nefs) bulunan dairevî hareket halindeki varlıklar olarak tanımlamış­tır. Allah'tan sırasıyla sâdır olan on ak­im kendileri hakkındaki bilgisi dokuz feleğin cisim ve ruhunun varlık kazanmasına yol açar; böylece bir felek kendine ait cisim, ruh ve akıldan meydana gelmiş olur. Feleğin hareketi daimîdir ve ayrıca başından beri sahip olduğu suretin başka bir surete dönüşmesi de mümkün değildir. Felek varlığının bir cisim ve bir ruhtan meydana gelişine bakarak onu ortaya çıkaran bu cevherleri madde ve surete benzetmek kabilse de feleklerin madde ve suretten teşekkül eden cisimlere göre noksanlıktan çok uzak, daha mükemmel birer varlık ol­dukları söylenmelidir. Onları noksanlığın en az ulaştığı varlık mertebesine yücelten, ay altı âleminin hareket ve değişme kanunlarına tâbi olmayışlarıdır. Buna karşılık kuvve-fiil, fiil-infial, kevnfesâd, hareket-sükûn kavramlarıyla açıklanan cismanî varlıklar, noksanlığın en çok söz konusu olduğu ay altı âlemine yani aşağı varlık âlemine, dünyaya aittirler. Felekler arzın etrafında dönmek için gerekli gücü ilk feleğin dairevî hareke­tinden alır. Bu hareket birinden diğerine geçerek her feleğin, taşıdığı farklılığa göre değişen hızlardaki dönüşünü gerçekleştirmiş olur. Bütün bu gök cisimleri sistemini müşterek hareket halinde tutan kozmik güç, ay altı alemindeki cisimlerin ortak cevherini teşkil eden ilk maddenin de oluşmasını sağlar. Feleklerin arza göre konumlarındaki ve hızlarındaki nisbî farklılıklar, söz konusu kozmik gücün özü itibariyle zıt özellikler (suretler) almaya yatkın tabiatına aynen yansır ve ay altı alemindeki değişmeleri meydana getirir. Semavî cisimlerin gösterdiği bu farklılıklardan, önce dört unsur, sonra sırasıyla madenler, bitkiler ve düşünen-düşünmeyen canlılar ortaya çıkar. Ancak feleklerdeki farklılığı özdeki zıtlıklar şeklinde yorum­lamamak gerekir; bu farklılık nisbîdir ve kendini ilk maddeyi kuvve halinden fiil haline geçiren etkide zıtlık olarak gösterir. Gök cisimleri cismanî cevherin ulaşabileceği en yüksek yetkinliğe sahip bulundukları için hareketleri, büyüklükleri ve şekilleri bakımından değişmezlik gösterirler. Bu sebeple özlerinde zıtlık barın­dırmazlar ve başka bir dış varlığın da zıddı olmazlar; hareketleri ise hiçbir şekilde kesintiye uğramaz. Feleklerin arzdaki değişikliklerin fizikî sebeplerini teşkil etmesi ve bütün bu sebeplerin "ilk sebep'e (Allah) bağlanması fikri Fârâbî kozmolojisinin özünü oluşturur ve felek kavramı bu sistemde merkezî bir önem taşır.
   Fârâbi'nin sistemini ana hatlarıyla ta­kip eden İbn Sînâ, özellikle eş-Şifâ adlı eserinin tabîiyyât bölümündeki "es-Se-mâ ve'l-âlem" kısmında feleklerin mahiyeti üzerinde ayrıntılarıyla durmuştur. Ona göre de felekler, ay altı alemindeki dört unsurdan meydana gelen cisimle­re karşılık beşinci unsurdan meydana gelmişlerdir. Aristo'nun esir kavramına tekabül eden bu beşinci unsur, dört unsurun zıddı bile sayılmaması gereken tamamen kendine has özelliklere sahiptir. Dört unsur tabii mekânları yönünde, başlangıç ve bitiş noktaları belli olan düz bir harekete sahipken esîrden meydana gelen felekler başladığı ve bittiği noktalar belirsiz, dairevî ve daimî bir hareket halindedir. Feleklere has bu fiilin bir infiali veya kesintisi yoktur ve onlar herhangi bir infialin ürünü sayılabilecek iç değişmeye de uğramazlar: bu anlamda oluş ve bozuluş kanunlarına tâbi değildirler. Ayrıca dört unsura nisbet edilen ağırlık, hafiflik, sıcaklık, soğukluk Özellikleri de felekler için söz konusu değildir. Onlar bir başka cisimden meyda­na gelmedikleri gibi bir başka cisme de dönüşmezler. Onların cevheri Allah'ın ihtira' ve ibda', yani doğrudan doğruya. modelsiz ve yoktan yaratma fiilinin eseridir; dolayısıyla onların varlığına başka bir cisim tekaddüm etmez. Cihetleri yoktur ve başka cismin cihetleriyle de kuşatılmış değildirler: aksine onlar cihetleri kuşatırlar. Oluş ve bozuluşa tâbi olmadıklarından varlıkları bozulma su­retiyle değil ancak yok edilme sonucu ortadan kalkabilir. Hareketlerinin kaynağı kuvveden fiile geçiş şeklindeki mekanik bir süreç olmayıp ruhlarının iradesinden ibarettir: bunun için de felek­ler tabii değil iradî harekete sahiptirler.
   İbn Rüşd de günümüze yalnız İbrânîce tercümesi gelmiş olan Makale fî cevheri'l-felek adlı eserinde felek kavramını madde-suret teorisi açısından ele almış, felek cisminin ay altı aleminde­ki cisimlerden farkını vurgulayarak kavramı cevher, hareket ve sebeplilik prob­lemleri bakımından tahlil etmiştir. İbn Rüşd'e göre ay altı alemindeki cisimlerde suret, üç boyutluluğa kuvve halinde sahip bulunan ilk maddenin içinde mevcuttur ve dolayısıyla cismin üç boyutluluğuyla sınırlı olarak cismanî bir Özellik taşır. Halbuki feleğin cevherinde suret, üç boyutluluğa bilfiil sahip bulunan maddeye bitişmiştir; bu sebeple de cismanî değildir. Felek cevherinin maddesi ise üç boyuta sahip olma bakımından bilfiil, devrî hareketin imkânı açısından bil-kuvve varlıktır. Bunun mantıkî sonucu olarak İbn Rüşd, felek cevherini oluş ve bozuluşa uğramamasını dikkate alarak gayri maddî saymakta, fakat harekete mâruz kalması sebebiyle de saf suret olarak tanımlanamayacağını ileri sürmektedir. Bir başka açıdan filozofa göre mademki feleğin devrî hareketi süreklidir, o halde onu hareket ettiren suret üç boyutlu yani sonlu bir cisme ait olamaz. Zira feleğin sonlu cisminin son bulmayan bir hareketin sebebi olması söz konusu edilemez. Bunun yanı sıra feleğin sureti, ay altındaki cismanî suretlerden farklı biçimde düz yerine devrî harekete yol açtığına göre dört unsurun sûretleriyle aynı cinsten değildir. İbn Rüşd'e göre İbn Sînâ'nın felek cisminin madde ve suretten oluştuğu iddiası yanlıştır; çünkü madde ve suretten meydana gelen feleğin cismi değil cevheridir ve cevherinin sureti gayri cismanî. maddesi ise kuvve hali yalnızca devrî hareketin imkânına indirgenebilecek olan basit bir varlıktır. Bu kuvve halini fiilen devrî harekete sevkeden suret gayri cismanî bir cevherdir ve nefs adını da alır. Ancak felek cevherinin suretine nefs denmesi onun muharrik sebep oluşuyla ilgilidir: devrî hareketin gaye sebebini teşkil etmesi bakımından İse bu surete akıl adı verilmektedir. Felek cevherinin sureti bir açıdan nefs, diğer açıdan akıl adını alan aynı suret ise İbn Sînâ'nın madde-sûretten oluşan felek cismi, felek nefsi ve felek aklı şeklinde üç ayrı cevherden söz etmesi yanlıştır. Ayrıca İbn Rüşd'e göre sonuçta devrî hareketin yöneldiği gaye olarak da bu harekete akla yönelik şevki veren muharrik sebep olarak da felek sureti aynı şeyi ifade etmektedir. Ayrıca felek nefsi, semavî hareketin yal­nızca felekî akla şevk duyan gayri cismanî ilkesi olmadığı gibi aynı zamanda bütün felek nefslerinin müştereken yöneldiği "ilk muharrik'e yani Allah'a yönelir.
   İbn Sînâ'nın yorumcusu, tenkitçisi ve bir ölçüde takipçisi olan Fahreddin er-Râzî, felekî nefs ve akıl kavramlarından ve aynı şekilde Kindî'yi hatırlatır tarzda gök cisimlerinin Allah'a secde ettiklerini belirten dinî öğretiden hareketle felek ve yıldızların canlı ve akıllı ol­ması gerektiği sonucuna varmakta, bu­nu ispatlamak için de şu delilleri ortaya koymaktadır: Feleklerin dairevî hareketi tabii veya zorlayıcı (kasrı) hareketle açıklanamadığına göre üçüncüyü teşkil eden iradî hareketten kaynaklanmalıdır; feleğin cismi hayatiyeti kabul bakımından dört unsurdan daha latif, şeffaf, nurlu ve mutedil olup ilâhî ve aydınlatıcı nefslerin kendisine ilişmesine herhangi bir canlı bedeninden daha lâyıktır; felekler aşağı âlemdeki suret ve arazların ilkesi sıfatıyla sebebiyet verdikleri şeylerden kemal bakımından daha üstün olmalıdırlar; hayatiyetin kozmolojik ilkesinin cansızlığı, iradesizliği ve şuursuzluğu söz konusu edilemez. Râzî'ye göre felekler meleklerin menzili ve meskenidir; melekler de kesif cisimler değil felek cismini yöneten ruhanî suretlerdir. Böylece Râzî. felsefi kozmolojinin felekiyyât ile melekiyyâtı birleştiren metafizik yönünde Fârâbî-İbn Sînâ geleneğiyle uzlaşmış olmaktadır.
   Felek sisteminin tasviri ve hareketle­rinin hesaplanması, İslâm ilimler tasnifinde tabii ilimlerden ziyade riyâzî ilimler arasında gösterilen astronomi çerçevesinde ele alınmış, bu sebeple İslâm bilginleri ilm-i heyet ve ilm-i nücûm terimleriyle birlikte ilm-i feleği de astronomi karşılığında kullanmışlardır.
  *
  *  
  * **** ****  **** **** ****  **** *
  * Felek hakkında birçok deyim vardır. Bazıları şöyle:
  Feleğin çemberinden geçmek, başından çeşitli olaylar geçip çok tecrübe sahibi olmak, bu yüzden zorlukların üstesinden gelmek.
  Felek, kimine kavun yedirir, kimine kelek, kimi rahat, kimi sıkıntı içinde yaşar.
Feleğin sillesini yemek, kötü durumlara düşmek, perişan olmak, felakete uğramak.
  Feleğini şaşırmak, ummadığı bir durumda kalmak, şaşkına dönmek.
  Felekten bir gece çalmak, güzel bir gece geçirmek.
  Felek yâr olsa, şartlar uygun giderse.
  Feleğe baş eğmez, hiç kimseye müdarası yok.
  Felek dönektir, dünyaya güven olmaz.

 Ecelim gelmeden öldürdün felek, dünyanın kahrı beni zamansız öldürdü anlamında kullanılıyorsa da yanlıştır. Kimse eceli gelmeden ölmez.

 Feleğin her işi aksinedir deyimini İmam-ı Rabbani hazretlerinin şu sözü güzel açıklamaktadır: Dünya, insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar, kaçarsan kovalar.

  Acı olaylara maruz kalmayan, her istediğini yapacağını zanneder anlamında denir ki:
   Feleğin sillesini yemeyen bir baş,
   Elini demir sanır, yumruğunu taş.

------------------------

FELEK

Gök, gökyüzü, sema; talih, baht, kader, her gezegene mahsus gök tabakası. Çoğulu eflâktir. Batlamyos sisteminden çıkarılan bir düşünüşe göre dünya kâinatın merkezidir. Dünyayı dokuz felek çevreler. Bunlar iç içe geçmiş soğan zarı gib dünyayı çevrelemişlerdir ve dünya göğünden başlamak üzere yedi tanesi yedi gezegenin feleğidir. Birinci felekte Ay olmak üzere sırasıyla Utarid, Zühre,  Şems(güneş), Mirrih (Merih), Müşteri, Zühâl gezegenleri bulunur. Sekizinci felek sabit yıldızlar ve burçlar feleğidir. Dokuzuncusu da cisimden arınmış olan ve bütün felekleri saran en büyük; en yüksek felektir ki felek-i atlas (atlas feleği), felek-i a'zam (en büyük felek), felekü'l-eflâk (felekler feleği) adıyla anılır. Hükemâ felsefesine göre "sekizinci feleğe Kürsî, dokuzuncuya da Arş denir. Atlas feleği yirmi dört saatte bir devrini tamamlar. Bu, devr (dönüş), doğudan batıya olup, diğer felekleri de döndü­rür. Diğer feleklerin iki türlü hareketi vardır. Biri Atlas feleğiyle birlikte doğudan batıya, diğeri de bunun aksi olarak batıdan doğuyadır. Atlas feleği dönerken diğerlerini de kendi istikametinde dönmeye zorlar. Bu dönüş büyük bir özellik taşır. Kendi istikameti dışında dönüşe zorlanan sekiz felek, insanların talih­leri, refah ve mutlulukları üzerinde değişken ve aksi durumlar ortaya koyar. İşte felekler üzerine şikâyet etmenin nedeni budur. "(:::) felek, dönek felek" gibi şikâyetlerin aslı da dokuzuncu felek olan Atlas feleğinin ters dönüşü nedeniyledir. "Kanbur felek" tabiri feleğin sırtının değirmi oluşundandır. Doku­zuncu felekten sonra Allah ilminin başlaması, insanların kaderlerinden dolayı ettikleri şikâyetleri bu feleğe yüklemelerine neden olmuştur.

İlm-i tencîm dediğimiz yıldızlar ilmi de bu dönüşlerle ilgili olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre Ay dünya çevresinde bir ayda, güneş bir yılda, Atlas feleği ise yüz yılda döner. İnanışa göre her yıldızın biner yıllık bir devri daha vardır. Bazıları da her gezegenin devrini yedi bin yıl olarak hesaplar ve kâinatın ömrünü kırk dokuz bin yıl olarak gösterirler. Halen dünya Devr-i Kamer (ay devri)ndedir.

Bu felekler içinde yalnızca son ikisi yarılıp onulmazlar. Gezegenlere ait felekler ise yarılıp onulabilirler. Bu da insanların burçları üzerine etki eder. Dokuzuncu feleğin iki kutbu vardır ki biz bunlara Ku­zey ve Güney Kutbu deriz. Bu iki kutuptan geçtiği farz edilen daireye de muaddelü'n-nehâr (gündüz ortası) dairesi; yani meridyen denilir. Eski bir inanca göre güneş feleğin ve göğün sultanıdır. Diğer gezegenler de onun çevrecinde birer vazife ve hizmet görürler. Buna göre Ay vezir, Utarid kâtip, Merih başkumandan, Müşteri kadı, Zühal bekçi, Zühre de çalgıcıdır.

İlk yedi felekteki gezegen yıldızların insanlar üzerinde hayırlı ve hayırsız tesirleri olur. Bu tesirler o yıldızın etkisinde doğan kişiler üzerinde değişik haller ortaya koyar. Meselâ, Merih ile Zuhal uğursuz, Güneş ile Müşteri uğurlu yıldızlardır. Diğerleri ise bazen uğurlu, bazen uğursuz olurlar. Eski astrono­miye göre bu yıldızların yeryüzüne hâkim oldukları aylar, günler ve saatler vardır. Uğurlu saatler ve uğursuz saatler, böylece insanlar ve onların işleri üzerinde etkili olurlar. İnsanlar da bu saatlerde baş­larına gelenler için şikâyet veya şükür ederler.

Edebiyatta felek, daha çok şikâyet yerine kullanılır. Ancak bazı birleşik sıfatlarda da bu kelimenin müsbet anlamlarda kullanıldığını görürüz. Felek-câh-, felek-rifat, felek-pâye, felek-meşreb, felek-i reftâr vs. gibi. Eflâk, cerh, gerdûn, sipihr, semâ, asuman ve gök gibi eşanlamlısı sayılabilecek kelime­lerle söz konusu edilen felek divân Şairleri tarafından daha çok yükseklik, yücelik, genişlik, sonsuzluk, parlaklık, gibi özellikleriyle anılmıştır. Sevgili, felekten bile yüksek değerdedir Felek ancak onun sarayı olabilir. Aşığın çektiği acı ve ıstıraplardan dolayı ittiği âh ve figanlar da felekler kadar sonsuzdur. Hatta onları doldurur ve aşar. Bazen bu ateşli âhlar felekleri ateşe verir. Aşığın çektiği ıstıraplar karşısında bazen felek ağlar. Felekte meydana gelen yıldırım, şimşek, gök gürlemesi gibi olaylar da beşeri olay­larla ilgili olarak gösterilir.

-----------------

"(:::) felek!" gibi bir ifadeyi kullanmak doğru mudur?

FELEK, her ne kadar “dünya, kader, talih, dehr, asr ve zaman” anlamına gelse de öteden beri herkesin çattığı bir suç makinesi ve bir şikâyet kutusu olmuş. Kafası kızan feleği suçlar, canı sıkılan feleğe taş atar.

İnanç noktasında feleğe çatmanın sakıncası ve insanın imanına zarar vermesi, feleğin kader ve dehr (zaman) anlamında kullanıldığı zamandır.

   “Dehre sövmeyiniz, çünkü Allah dehirdir.”(Müsned, II/259)

hadisi en çok bilinen hadislerden biridir.



Sahihi Buharî’de geçen bir hadis de aynı noktaya dikkatimizi çeker:

   “‘Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına’ diye sövmeyiniz. Çünkü Allah dehirdir.” (Buharî, Edeb 101)

Görüldüğü gibi, bu konudaki bütün hadislerde “dehr” kavramı geçiyor.

“Dehr” zaman manasına geldiği gibi, gece ile gündüzün art arda gelmesine de denir.

Asr Suresi’nde Cenâb-ı Allah “asr”a yemin ediyor. Çünkü her şey zaman içerisinde meydana gelir. Zaman, Cenab-ı Hakk'ın bir memuru olarak öldürmek ve olgunlaştırmak görevini yapar. Zaman kötü olmaz, insanlar kötüleşir. Zira zaman içinde meydana gelen her şey Allah’ın iradesiyle gerçekleşir.

Buhari'nin bir rivayetinde de şöyle buyuruluyor:

   “Allah Teala buyuruyor ki: Âdemoğlu dehre (zamana) söverek bana eziyet verir. Halbuki ben dehrim (zamanın yaratanıyım). Her şey benim elimdedir. Geceyi, gündüzü ben idare ederim.” (Buharî, Tefsir 45)

Cahiliye devrinde Arapların, musibetlerin ve belaların gelmesini zamana izafe ettiklerini ifade eden Buhari Şarihi Bedrüddin Aynî şöyle der:

   “Cahiliyet devri Araplarının bir kısmı gece ve gündüzün devranından ibaret olan dehre söverlerdi. Çünkü bu kısım Allah'a inanmaz ve bütün hadiseleri zamana atfederlerdi; yani hadiselerin vuku bulduğu gece ve gündüze hamlederlerdi . Her şeyin zamanın emriyle olduğuna inanırlardı. İşte bunlar Dehriler olarak adlandırılırdı.”

Şarih Aynî ifadelerine şu açıklamalarla devam eder:

   “İşte Hz. Resulullahın (a.s.m.) bu hadis-i şeriften maksadı, sizden biriniz zamana sövmesin, çünkü zaman gerçek fail değildir. Yapan Allah'tır. Bu musibetleri başınıza getirdiğine inandığınız zamana sövdüğünüzde, Allah'a sövmüş olursunuz. Çünkü musibetleri başınıza getiren zaman değil, Allah'tır. Cenab-ı Hakk'ın ‘Ben zamanım' demesi ise, ‘Ben zamanın sahibiyim' manasındadır.”(Umdetu'l-kari, 22:202)

Gerçekten Cahiliye devrinde her kötülüğü zamana nispet eden bir grubun var olduğuna, onların “Bizi ancak zaman öldürür.”(Casiye, 45/24) şeklindeki sözlerini nakleden ayet-i kerime işaret etmektedir. Bu fikir, tarihte inkârcı cereyanlar arasında “Dehrilik” olarak yer almıştır. Bunların İslamiyet'ten sonra da tesirleri görülmüştür. İşte bu hadis-i şeriflerde, zamanı gerçek fail telakki ederek sövmek yasaklanmaktadır.

Bu vesile ile şu hususu izah etmekte de fayda vardır: Zaman zaman bazı eski alimler dahi kitaplarında zamandan şikayet etmiş, “feleğin kubbesine” taşlar atmışlardır. Çünkü bazı kötülükleri gidermeye güçleri yetmemiş, ümitsiz kalınca da zamandan ve felekten şikayet etmişlerdir. Bunların bu şikayetleri, zamanı gerçek fail kabul ettiklerinden değil, hadiselerin arzu ve istekleri istikametinde cereyan etmediğinden dolayıdır.

İşte mü’minlerin de felekten şikâyet etmeleri bu yüzdendir. Yoksa inançlarına göre zaman Cenab-ı Hakk'ın bir mahlûkudur. Bu işleri yapmaya güç yetiremezler. Allah’ı insanlara şikâyet etmeyip zamanı ve ortamı şikâyet ederler. Böylece zaman, haksız tenkitlere karşı, Cenab-ı Hakk'ın izzetine bir perde olmuş olur. Şikâyetler zamana takılır, kalır; Allah’ın kudretine yapılmaz.

Özetle söylemek gerekirse; Ebu Hüreyre (r.a.) ve diğer râviler tarafından rivayet edilen bu husustaki hadis-i şerifler sahihtir. Allah’ın zamanın yaratıcısı olduğuna işaret edilmektedir. Zamanın yaratıcı kabul edilmesi de yasaklanmaktadır. Âlimler de zamandan sadece şikâyet etmişlerdir. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın yarattığı bir şeye, O’nun hikmetinin cereyan tarzına itiraz etmek, hadisi şerifin yasaklamasına girer.
-------------------
Kaynaklar :
___________
Mumsema
Dinimiz islam
Sorularla İslamiyet
altuntop org
(M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, 5/3354-3355).
Dursun Ali TÜRKMEN





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 2 Guest(s)