Thread Rating:
  • 11 Vote(s) - 3 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Bilim Hakkinda Bilgiler
#1
Oku-1 


BİLİM HAKKINDA BİLGİLER

BİLİM HAKKINDA BİLGİLER

Bilim veya ilim,[1] fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler ( deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini

de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünü.[2] Bilim; neden, merak ve amaç besleyen bir olgu olarak günümüze kadar birçok alt dala bölünmüş, insanların daha iyi yaşam

koşullarına kavuşmasına, bilinmeyen olguları bulmasına ve yeni şeyler öğrenmesine ön ayak olmuştur. Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel

yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır.[3] Bilim; temelleri sanat tarafından atılmış, her aşamada sanat ve yaratıcılıkla beslenerek insanların hayat

koşullarını iyileştirmek için yapılan çalışmaların bütünüdür. Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası,

[4] Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası[5] olarak tanımlar.



Yüzyıllardır insanoğlunun yeryüzündeki yaşama ortamına duyduğu merak, yaşam standartlarını yükseltecek bir etkinliğe bürünmeye başladı. Olağan gibi görünen olayları anlama

çabası, aslında dünyanın gizemlerle dolu bir yer olduğunu ve bunları çözümlemek gerektiği gerçeğini doğurmuştur. Geleneksel bilim sadece anlamaya ve çözmeye gereksinim hissetse

de, ileri safhalara bölünen bilim türleri sadece çözmeyi değil çözümden öte ilerlemeyi de kapsar. Geçmişe bakıldığında en önemli sayılan bilim dallarından bazıları matematik,

geometri, gök bilimi ve tıptır. Çok çeşitli matematiksel çözümleme sistemlerinin geliştirildiği ilk zamanlardan bu yana hâlâ yeni formüller, sistemler, kuramlar

geliştirilmektedir ki bu da bilimin sürekliliğine bir örnektir.



Bilimsel yasalar bilimin vazgeçilmez öğeleri olsa da, hâlen birçok bilimsel yasanın doğruluğu tartışılır düzeydedir. Bilim deneye çok önem verir ve bilimsel yöntem deneye

dayanır. Bu evre, işlenen konuyu daha inandırıcı kılmanın yanında belirli bir çerçeveye oturtur. Sadece kâğıt üzerinde birer kuramken yasalaşabilir ve temel taş niteliğine

bürünebilir. Bilimin sonsuz bir süreç içinde değişimi yadsınamaz bir durumdur. Zaman içinde alt dallara bölünen bilim sayısal ve sosyal alanlarda ayrı konulara bürünmüş; fakat

nitelik açısından aynı amaca hizmet etmeyi sürdürmüştür.



Bilim





Bilim tarihi

Antik çağlarda bilim



Bilimin yazıdan daha önce ortaya çıktığı bilinmektedir.[6] Bu sebeple, özellikle antik çağlardaki bilimsel buluş, görüş ve keşifleri incelemekte arkeolojinin önemli bir yeri

vardır. Örneğin arkeolojik çeşitli keşiflerin incelenmesi sonrası tarih öncesi çağlardaki ilk insanların çeşitli gözlemler yaptığı saptanmıştır; örneğin mevsimleri takip

etmişlerdir. Afrika’da bulunan ve MÖ 35000 ile MÖ 20000[7] yılları kökenli çeşitli bulgular, zamanı ölçmeye dair çeşitli denemelerin izlerini taşımaktadırlar.[8]



Bununla birlikte teknolojik gelişimin yanı sıra bilimsel etkinliklerin özellikle MÖ 2500 yılında yoğunlaştığı ve ivme kazandığı tespit edilmiştir.[6] Bunun özellikle mimari

birçok örneği bugün de görülebilir; Stonehenge gibi büyük yapılar belirli bilimsel ve teknolojik gelişim, özellikle de çeşitli gelişmiş matematik bilgileri olmaksızın

yapılamayacak anıtlardır[6]. Örneğin bu dönemdeki çoğu yapılar en azından Pisagor kuramı olmaksızın yapılamayacak yapılardır; buna ve benzeri diğer bulgulara dayanarak, Pisagor

kuramının Pisagordan binlerce yıl önce insanlar tarafından bilindiği tespit edilmiştir.[6] Nitekim antik Mısırlılar gibi birçok ulusta çok erken tarihlerde matematiksel

etkinlikler görülmektedir. Antik Mısırlılar MÖ 4200 yılında 365 günlük bir takvim üretmiş oldukları gibi, MÖ 3100 yılı tarihli bir gürzde sayısal olarak milyonları ifade etmek

için bir sistemin kullanıldığı görülmüştür.[9] Antik Mezopotamya’da matematiksel etkinlik ve gelişimin varlığı, arkeolojik araştırmalarca elde edilen kil tabletler yardımıyla

bilinmektedir.[10] Mezopotamya’da zaman içinde iktidara gelen farklı krallıkların neredeyse tamamından matematiksel etkinliğin bulguları kalmıştır; MÖ 3. binyıldan Sümerlere

ait, MÖ 2. binyıldan Akad ve Babillilere ait, MÖ 1. binyıldansa Asurlulara ait.[10] Bunlara ek olarak daha sonra bölgede hakimiyet kuran Perslere ait MÖ 6. yüzyıldan 4. yüzyıla

kadarki bir tarihe ait bulgular da mevcuttur.[10] Mezopotamya’daki matematiksel etkinlikler çok çeşitlidir ve pratik sorunların ötesine de sıklıkla geçmiştir; lineer ve ikinci

dereceden denklemlerin çözümünü içeren cebir çalışmaları ile çeşitli sayı kuramına dair çalışmalar yapılmıştır.[10] Bunlara ek olarak bu topraklardaki farklı krallıklar

tarafından zaman içinde sayı sistemi oldukça geliştirilmiştir. Sümerliler, antik Mısırlıların kullandığına benzer ondalık ekli bir sayı sisteminin temellerini atmışlar ve

kullanmışlardır.[10] Bu sistem daha sonraki dönemlerde farklı iktidarlar tarafından geliştirilmiş, Babillilerce 60 bazlı bir sisteme ulaşılmıştır.[10]

Ebers Papirüsü ( yaklaşık MÖ 1550) Antik Mısır’daki tıbbî uygulamalar ve bilgileri içeren bir papirüstür. Papirüste tümörlerin ve apselerin cerrahi tedavisinden, depresyon ve

deri hastalıklarına kadar çok çeşitli tıbbî konulara değinilmiştir.



MÖ 3. binyılda Hint yarımadasında matematikle uğraşıldığı ve matematiksel hesapların yapıldığı bilinmektedir.[11] Ayrıca bu matematiksel etkinlik büyük oranda ölçüm cetvelleri,

ağırlık ve genel olarak ölçümler gibi konuları da içermekteydi.[12] Bu dönemdeki matematiksel etkinliklerin genel olarak astronomi ile de ilişik olduğu öne sürülmüştür.[11]



Nitekim dinî açılar da barındıran, sıklıkla matematik gibi diğer bilim dallarıyla birlike yapılan astronomi çalışmaları antik çağdalarda büyük bir önem ve yer arz etmektedir.[6]

Astonomiyle ilişkili fenomenlerin matematiksel tezahürlerine antik Mezopotamya’daki bilimsel etkinliklerde rastlanmaktadır.[6] Çin’de takvimsel ihtiyaçlara karşılık verecek

astronomi faaliyetleri olduğu gibi, Mezopotamya’da matematiksel gelişimden yararlanılarak gezegenlerin döngülerine, pozisyonlarına dair hesaplamalar yapılmaktaydı.[6]

Matematiksel gelişimden ayrık bir biçimde astronomi çalışmaları ve anlayışı Orta Amerika merkezli Maya uygarlığında kendisine yer bulmuştur; özellikle takvimsel çalışmalar ve

güneş ve ay tutulmalarının hesaplanması önemli yer tutmuştur.[6]



Bunların dışındaki bilimlerin de kökenlerini antik çağda bulmak mümkündür. Örneğin biyoloji uygarlığın gelişiminden çok önceleri toplumsal anlamda önemli bir rol almış,

özellikle tarım açısından çok çeşitli gelişmeler olmuş, insanlar birçok hayvanı evcilleştirmiştir.[13] Bitkilerin incelenmesi sonucu birçok şey keşfedilmiştir; örneğin

arkeolojik bulguların Babillilerin hurma ağacının eşeyli ürediğini keşfetmiş, polenlerin eril olduklarını ve polenlerin dişil bitkilere aktarılarak üremenin sağlanabileceğini

kanıtlamışlardır.[13] Antik çağlarda ayrıca biyolojiyle birlikte olarak tıbbî çalışmalar da yapılmış, Çin, Mısır ve Hint yarımadasındaki çeşitli uygarlıklar farklı şifalı

bitkileri belirli tıbbî ve anatomik sorunlar için kullanmışlar, bu kullanımlarını zaman zaman yazıyla da ifade etmişlerdir.[13] Tıbbın yanı sıra, kimya, coğrafya ve jeoloji gibi

bilimler de özellikle Çin’de büyük ölçüde gelişmiştir.[6]

Bilim ve felsefe



İlk çağlardaki filozofların dünyayı ve etrafı anlamaya çalışması, merak duyguları, belirli kriterlerin doğmasına ve bunların çeşitli ideolojilere dönüşmesine yol açmıştır.

Bilimin temelleri atılıncaya kadar, tartışma ve deney olgusu insanlar tarafından geliştirilmiş ve bu bir arayış haline dönüşmüştür. İlk dönemlerde belirgin bir felsefe-bilim

ayrımı yoktur ve birçok büyük bilim adamı aynı zamanda filozoftur. Deneyin ve sonucun klişe haline gelmesi bilimin artık istenilebilir düzeye gelmesini sağlamıştır. 19. yy a

kadar gelişme kateden bilim aslında kendi içinde bir savaş vermiş, birçok özgün araştırmacı, düz mantıkla hareket eden ortaçağ liderlerine yenik düşmüştür. Aristo’nun fiziğinden

daha farklı düşüncelere sahip olan Galileo kendi zamanının bilim adamlarıyla ters düşmeye başlamıştı. Bilim, tarihi sürecinde bu tip sahnelere sürekli tanık olmuş, deney ve

gözlem sonucunda çöken kanunların yerini başkaları almıştır.



Gerçek ve varlığın amacını soruşturan felsefe sistematik düşünmeyi gerektirmektedir. Klasik antik çağ felsefesiyle başlayıp, Thales[14], Anaximenes[15],Pythagoras[16],

Demokritos[17], Gorgias[18], Empedokles[19], Heraklitos[20], Parmanides[21], Sokrates, Plotinos[22], Platon[23] ve Aristoteles[24] gibi filozoflar, gitgide gelişen ve şekillenen

felsefi soruların şekillenmesini sağlamışlardır. Din odaklı Ortaçağ felsefesinde Hıristiyanlığın kendisine bir aracı olarak kullandığı felsefe, Tanrı, bilgi, inanç eksenlerinde

yoğun şekilde kullanılmıştır. Aydınlanma Çağı’nda yapılan felsefede akıl ön plana çıkmıştır. Düşünce sistemindeki temel görüş, insan aklının aydınlattığı kesin doğrulara ve

bilgiye doğru ilerlemektir. Geçiş dönemi felsefesi olarak bilinen Rönesans felsefesi, bilimde ve düşünce sistemindeki yeni gelişmelerin yer aldığı bir dönemi kapsar. Yeniden

doğuş manasına gelen rönesans, önceki çağlardan çok farklı bir düşünce sistemine geçişin köprüsü konumundadır.



Bilim ve felsefenin ayrışması modern çağa yaklaşırken iyice belirginleşmiş, bununla birlikte felsefe ile bilim tamamen birbirinden kopmamış ve gerek genel olarak bilimin

felsefesi olan bilim felsefesi gerekse bilim dallarının tek tek felsefî yönden incelendiği felsefe dalları ( örneğin fizik felsefesi) varlığını sürdürmekte ve gerek bilim

gerekse felsefe alanlarında önemli roller oynamaktadır.

Bilim dallarının gelişimi

Astronomi ve Fizik

1569 yılından kalma büyük bir usturlab. Usturlablar hem astronomi hem de navigasyonda yükseklik ölçmek için kullanılmaktaydılar.

Nikolas Kopernik’in Güneş merkezli modelini anlattığı başyapıtı De revolutionibus orbium coelestium’dan ortaya attığı modelin bir çizimi.



Gök bilimi, bilim dalları arasında en eski olanlardandır ve özellikle antik çağdalarda en yoğun anlamda icra edilen, bilimlerin anası olarak görülen bir bilimdir.[6] İnsanların

gökyüzüne olan ilgisi, yukarıda asılı duran cisimleri incelemeye itmiş ve teleskobun bulunmasıyla bu gözlemler daha etkin bir hâl almıştır. Babilli olgusal astronomlara nazaran

Yunan astronomları, matematiksel ayrıntıları özümseyerek bu bilimin gelişmesinde temel noktaları oluşturmuşlardır.



Roma İmparatorluğu’nun iktidarı altındaki Mısır’da yaşamış olan Batlamyus özellikle astronomi tarihi ve genel olarak bilim tarihi açısından önemli bir konuma sahiptir. Daha

sonraları İslam astronomları tarafından el-Mecisti olarak anılacak olan Hè Megalè Syntaxis yani “Büyük Derleme” isimli astronomi konulu eseri Orta Çağ boyunca genel geçer kabul

gören astronomi eseriydi ve yazarı olarak Batlamyus neredeyse mitik bir statüye getirilmişti.[25] Batlamyus’un evren modeli geosantrik yani yermerkezciydi ve uzun yıllarca kabul

gören bu sistemden güneş-merkezli bir sisteme geçiş tartışmalar doğurmuştur.



Polonyalı bir astronom olan Nikolas Kopernik, dünyanın ve diğer gezegenlerin, güneş etrafında döndüklerini açıklamış; heliyosantrik yani güneş-merkezli bir sistem ortaya

atmıştır. Copernicus’un sistemini Commentariolus isimli bir risale ile arkadaşlarına tanıtmış daha sonra sistemini, Papa III. Paulus’a ithaf ettiği ayrıntılı bir şekilde

başyapıtı sayılacak De revolutionibus orbium coelestium isimli eserinde açıklamıştır. Bu astronomi biliminde yeni bir dönem açılmasına sebep olmuştur. Teleskobu geliştirmesi,

yaptığı astronomik gözlemler ve Kopernik’in sistemine verdiği destek ile tanınan İtalyan bilim adamı Galileo Galilei de astronomi ve fizik tarihi için önemli birisidir ve zaman

içerisinde modern gözlemsel astronominin babası[26] ve modern fizik biliminin babası[27] gibi atıflara mazhar olmuştur. 1671 de ilk aynalı teleskopu yapan matematik ve fizikçi

Isaac Newton uğraştığı bilim dallarının gelişmesine çok fazla katkıda bulunmuş diferansiyel ve integral hesabın temellerini atmıştır. Ayrıca Newton’un 5 Temmuz 1687’de

yayımladığı, Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri[28] kitabı klasik mekaniğin temellerini oluşturan Newton’ın hareket yasaları ve yer çekimi gibi önemli konuları içerir.



Alman teorik fizikçi Albert Einstein enerjinin ışık hızının karesiyle kütlenin eşit olduğunu E=mc² formülüyle ispatladı.Genel görelilik kuramı ve İzafiyet teorisi ile kütlenin

uzay zamanı büktüğünü ve zaman,mekan,hareketin birbiriyle bağımlı olduğunu ispatlayıp brown hareketi ile atomun varlığını kanıtladı. Leopold Infeld’la birlikte yazdığı Fiziğin

evrimi kitabı ile kuantum ve mekan gibi konuları içerir.





Kimya

Kimya, maddenin yapısını ve davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır. Fizikokimya, biyokimya, analitik kimya, anorganik kimya ve organik kimya temel dallarıdır. Tıp gibi pek

çok bilim dalının yardımcısı konumunda olan kimya biliminin gıda, ilaç, boya, kozmetik ve tekstil alanlarında kullanımı dolayısı ile en bilinen dalı organik kimyadır.



Antik çağlarda maddenin belirli temel elementlerden oluştuğu düşünülür ve birçok kültürde bunlar hava, su, ateş ve toprağı içerirdi. Bununla birlikte antik Yunanlı filozoflardan

bir kısmı atom fikrini ortaya atmış ve her şeyin çok küçük yapıtaşlarından meydana geldiğini öne sürmüşlerdir. Bu filozoflara daha sonra atomcu filozoflar da denmiştir. Çok eski

çağlardan beri insanlar metalurji ile uğraşmakta, çeşitli eşyanın yapımında kimyasal olayları ve bunların sonucu olan ürünleri kullanmaktaydılar; örneğin camdan eşyanın

üretiminde. Orta Çağ’a doğru simya geleneği ortaya çıkmıştır. Simya geleneği kimyanın öncülüdür ve mistisizm, felsefe gibi öğelerle kimyasal çeşitli araştırmaların karışımından

ibarettir. Simyada özellikle iki önemli kavram ve amaç bulunmaktaydı : biri zaman zaman felsefe taşı olarak da anılan ve her türlü maddenin veya metalin altına dönüştürülmesine

yardımcı olacak efsanevi bir şey, diğeri ise içen kişiye ölümsüzlük veya çok uzun yaşam vaad edecek ölümsüzlük iksiri yani ab-ı hayat.





Zamanla simyaya olan ilgi daha da bilimselleşmiş ve simyadan ayrık olarak kimya bilimi ortaya çıkmıştır. Modern kimyanın simyadan ayrışması ve temellerinin atılmasında önemli

katkıları olan bir isim Robert Boyle’dur. Bugün özellikle ismini verdiği Boyle yasası ile tanınan Boyle atomcu fikriyatı savunan bir bilim adamıydı. Fransız bilim adamı Antoine

Lavoisier ise kütlenin korunumu kanunu ile gerek kimya gerekse bilim tarihinde önemli bir adım atmış, kimya biliminin babası olarak da anıldığı olmuştur.[29] Kendisi ayrıca

oksijen ve hidrojeni tespit edip adlandırandır. 19. yüzyılın başına kadar kimyanın, öteki fizik bilimlerin tersine, tümevarım ( induction) yönünün tümdengelim ( deduction)

yönünden daha baskın olması, onun biyolojik bilimlere daha yakın olmasına neden oluyordu. Ama matematik ve fizik yöntemlerin kimyaya uygulanması sonucu yeni bir bilim dalının,

yani fizikokimyanın doğmasında başta Wilhelm Ostwald[30], Van’t Hoff[31] ve Arrhenius[32]’un payları büyüktür. Kimyasal maddelerin fiziksel değişimlerini, fiziksel olayların

kimyasal maddelerin özeliklerinden yararlanılarak açıklanmasını konu alan ve elektrokimya, kolloid kimyası, çekirdek kimyası ve polimer kimyası gibi kollara ayrılan fizikokimya,

bu bilginlerin 1881’de Zeitschrift Für Physikalische Chemie[33] adlı bilim dergisini yayınlamalarıyla bilim dünyasında kimyadan ayrı bir dal olarak yerini almıştır. İnsanların

öğrenme ve araştırma merakı zamanla analitik ( çözümlemeli) kimyanın doğmasına neden olmuş, bu durum zaman içinde koordinasyon kimyasının ve endüstriyel analitik kimyanın

gelişmesine zemin hazırlamıştır. Analitik metodların keşfi tıp, biyoloji ve genetik alanında kimyanın kullanımını yaygınlaştırmıştır. Penisilin ve vitaminlerin keşfi ile kimya

biliminin insanın yaşam kalitesini artırdığı gerçeğinin yanında gelişen teknolojinin üretim süreçlerinde kullanılmaya başlanması, çevre sorunlarına neden olmuş, bu durum doğal

kaynakların ihtiyatsızca sarfedilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle çevre kimyası ve su kimyası gibi alt bilim dalları da gelişmiştir.

Matematik ve Geometri



Antik çağlardaki bilimsel etkinliklerde matematiğin önemli bir rol oynadığı, eski Mısırlılar, Mezopotamyalılar, Hintliler gibi çok çeşitli kavimlerin matematikle uğraştıkları

bilinmektedir.



Yunan matematiğinin en önemli isimlerinden olan Tales’in geometriyi, Mısır’da kaldığı süre içerisinde öğrenmesi ve bu bilimi etrafındakilere öğretmesi sonucunda gelişme devam

etmiştir. Sayıların babası olarak anılan Pisagor’un ünlü teoremi[34] onu zamanının en büyük bilim adamları arasında hatırı sayılır bir yere getirmiştir.

Bir yupana ( Quechua dilinde “sayma aleti”); İnkalarca kullanılan bir tür hesap makinesi. Araştırmacıların tahminlerine göre bu alette hesaplamalar Fibonacci sayıları baz

alınarak yapılmaktaydı.[35]



Orta Çağ, özellikle Hint ve İslam matematikçilerinin yoğun çalışmalarına sahne olmuştur. 499 yılı kadar erken bir dönemde Hintli matematikçi Aryabhata ilk sinüs trigonometrik

tablolarını oluşturmuş, cebir, diferansiyel denklemler ve sonsuz küçük değerler için algoritmalar ve teknikler geliştirmiştir. 12. yüzyılda bir başka Hintli matematikçi Bhaskara

ilk kez diferansiyel kalkülüsün ve temel kavramlarının temellerini atmıştır. İslam bilim adamları da Orta Çağ’da birçok matematiksel buluş ve keşfe imza atmıştırlar. 9. yüzyılda

el-Harezmi Hint-Arap rakam sistemi ve denklemlerin çözümü üzerine önemli eserler vermiştir. Nitekim algoritma sözcüğü isminin Latinizasyona uğramış hâlinden köken almıştır.

Özellikle cebir alanındaki eski buluşları muhafazası ve getirdiği yeni gelişmeler sebebiyle Harezmi zaman içinde cebirin babası olarak anılmıştır.[36] 12. yüzyılda yaşamış olan

bir başka matematikçi Ömer Hayyam ise Öklid’in çalışmalarına eleştiriler getirmiş ve analitik geometri ile Öklid dışı geometrinin temellerini atmıştır. Ayrıca kübik denklemlere

genel, geometrik bir çözüm getiren ilk matematikçi de kendisidir. [37]



Orta Çağ’da Batı’daki en önemli matematikçilerden biri Fibonacci’dir. Fibonacci Arap rakam sistemini Avrupa’ya tanıtmış ve yaygınlaşmasına ön ayak olmuş, ve bugün Fibonacci

sayıları olarak anılan sayı dizisini yaygınlaştırmıştır. Aslında bu sayı dizisini ilk keşfeden kendisi değildir fakat onun kitabında örnek olarak kullanıldık sonra Batı’da ün

kazanmıştırlar.[38][39]

Euler tarafından ortaya atılan Königsberg’in yedi köprüsü problemi, graf teorisinin temelini oluşturmuştur.



17. ve 18. yüzyıllarda Batı’da matematik yükselişe geçmiş, birçok önemli matematiksel buluş gerçekleşmiştir. İskoç John Napier doğal logaritmaları araştırmış, Kepler gezegensel

hareketlerin matematiksel kanunlarını ortaya koymuş, René Descartes bugün hâlen sıkça kullanılan Kartezyen koordinat sistemini ve dolayısıyla analitik geometriyi geliştirmiştir.

Alman matematikçi Gottfried Wilhelm Leibniz kalkülüs üzerine birçok çalışmasıyla kalkülüsü geliştirmiş ve bugün kalkülüste kullanılan notasyonun temellerini atmıştır. Pierre de

Fermat ve Blaise Pascal olasılık teorisinin temelini atmışlar ve dolayısıyla ilgili kombinatorik kurallarını keşfetmişlerdir. Pascal ayrıca Pascal teorisi ve ( her ne kadar

kendisinden daha önce Doğu’da bilinse ve kullanılsa da[40]) Pascal üçgeninin geliştiricisi ve isim babasıdır. 18. yüzyılda matematikçi Leonhard Euler fonksiyon kavramını ve

matematikteki sayısız notasyonu ( örneğin doğal logaritmanın tabanı olarak e notasyonunu) geliştirmiştir. Sayı teorisi, graf teorisi, geometri gibi çok çeşitli alanlarda önemli

eserler vermiş, önemli buluşlara imza atmıştır.



19. yüzyılda yaşamış olan Alman matematikçi Carl Friedrich Gauss ise gerek matematik gerekse diğer birçok bilimde önemli başarılara imza atmış; temel cebir teorisi ( veya

cebirin temel teoremi)ni kanıtlamış, Theorema Egregiumu ortaya atmış ve kanıtlamış, karmaşık değişkenli fonksiyonlarda önemli çalışmaları olmuştur. Yine 19. yüzyılda yaşamış

olan George Boole isim babası olduğu yeni bir cebir türü olan Boole cebirini ortaya atmıştır.





Tıp

Bilimin tıp alanındaki ilk gelişmeleri Asya kıtasında gerçekleşmiştir. Hindistan, Mısır, Çin, İran ve Yunanistan’da tıp sistematik bir biçimde gelişmeye başlamış ve bir bilim

dalı olarak insanlığın en büyük sorunlarından biri olan sağlık alanındaki gelişmeler yüzyıllar boyu sürmüştür.



Hindistan yarımadasında, İndus Vadisi uygarlığından beri tıp ve diş hekimliği mevcuttu. Nitekim, Hint tıbbî geleneği olan Ayurveda bugün bile çağdaş tıbbın yanı sıra varlığını

sürdürmektedir. İngilizlerin Hint yardımadasını kolonileştirmesine kadar bölgedeki temel tıp sistemi olan Ayurveda, ilk dönemlerinde civa-kükürt bazlı ilaçlar kullanmıştır.

Bunun dışında, bugün çeşitli tıbbî yararları bilinen zerdeçal gibi çeşitli bitkiler de tedavilerde klasik Hint tıbbında kullanılmıştır.



Çin’de antik çağlardan günümüze kadar varlığını sürden geleneksel bir tıbbî gelenek mevcuttur. Taoist hekimlerin yaptığı ampirik hastalık ve rahatsızlık gözlemlerinin ve Çin

düşüncesinin bir sonucu olan geleneksel Çin tıbbı, bitkisel tedavi, akupunktur ve masaj gibi çok çeşitli pratik yöntemlere sahiptir. Bunların dışında beslenme terapisi ve Feng

Şui gibi zihinsel terapiler de geleneksel Çin tıbbında yer almaktadır.



Hipokrates’in hastalara büyü ve batıl inançlarla bezeli bir tedavi sunmak yerine, iyileştirici etkileri kanıtlanmış tedavi yöntemlerine başvurmaya başlaması, tıp biliminde hasta

öneminin kavranmaya başlamasına sebep olmuştur. İlk başlarda bölgelere göre farklılık gösteren tedavi yöntemleri, son iki yüzyıldır modernleşmeye başlamış ve genel anlamda ortak

bir çabaya dönüşmüştür. Avrupa’daki salgınlardan sonra daha fazla gelişme kateden tıp bilimi, günümüzde genetik çalışmalarının gelişmesiyle çok üst düzeylere ulaşmıştır.



Orta Çağ boyunca Orta Doğu başta olmak üzere İslam’ın yayıldığı topraklarda birçok önemli İslam hekimi yetişmiştir. Bunlardan biri İranlı Razi, nöroşirürji ve oftalmoloji

dallarında sıklıkla bir öncü olarak görülmüştür.[41] Deneysel tıbbın önemini vurgulayan Razi ayrıca birçoğuna göre pediatri dalının da babasıdır.[42] Yazdığı birçok eserde çok

çeşitli tıbbi bilgiler aktaran Razi ayrıca çiçek hastalığı ile kızamık hastalığını birbirinden ayıran ve açık bir şekilde tanımlayıp, diyagnozunu yapan ilk hekimdir. Alerji ve

immünoloji konularında da ilk eser veren hekim kendisidir. Bir başka tanınmış Müslüman hekim de İbn-i Sina’dır. 14 ciltlik başyapıtı el-Kanun fi’t-Tıb ( Tıbbın Kanunu) isimli

eseri tıp açısından bulaşıcı hastalıkların ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların keşfi[43], enfeksiyöz hastalıkların yayılımının önüne geçmek amacıyla karantina uygulamasının

ortaya atılması[44], mikroorganizmaların varlığının varsayılması[45] ve nöropsikiyatri[46] vb. birçok keşfi ve buluşu içinde barındırır.



Orta Çağ ve sonrasında Batı’da önemli tıbbî buluşlar olmuştur. Garcia de Orta tropikal tıbbın öncüsü olarak ortaya çıkıp başta kolera olmak üzere çoğu tropikal hastalığı doğru

şekilde tanımlarken, William Harvey, Batı’da kan dolaşımını doğru ve tam bir şekilde açıklayan ilk Batılı olmuştur. Daha sonraları 19. yüzyılda Louis Pasteur ilk başarılı kuduz

aşısını bulmuş, kendi ismini alacak olan pastörizasyon işlemini de ilk kez ortaya atmıştır. Louis Pasteur aynı zamanda Robert Koch ve Ferdinand Cohn ile birlikte mikrobiyoloji

dalının babalarından biri olarak kabul edilir. 1905 yılında Nobel Ödülü almış olan Robert Koch aynı zamanda Tuberculosis bacillus ve Vibrio cholera gibi hastalığa neden olan

önemli bakterileri ilk kez izole eden kişidir. Daha sonra kendi adıyla anılacak olan Koch postülatlarını geliştirmiştir.

Gözün anatomisi üzerine, 1200 yılı tarihli bir Arapça el yazması.

Biyoloji



Bir bilim dalı olarak 19. yüzyıla kadar şimdiki alt dallarıyla gelişen biyoloji, canlıların tüm özelliklerini inceleyen bir sistemidir. Başta insan olmak üzere, bitkileri

inceleyen botanik, hayvanları inceleyen zooloji, mikroorganizmaları inceleyen mikrobiyoloji gibi alt dallara ayrılır.



Aristo doğaya dair birçok çalışma yapmış, birçok bitki ve hayvan türünü incelemiş ve kategorize etmiştir. Aristo’nun görüşleri, kendisinden sonraki bazı bilim adamlarının

yaptığı eklerle birlikte özellikle Batı’da uzun bir süre otorite olmuştur.



Orta Çağ’da özellikle İbn Nefis, İbn Cahız ve İbn Baytar gibi Müslümanlar bilim adamları biyoloji dalına katkıda bulunmuşlardır. Özellikle erken evrim düşünüşüne katkıda

bulunmuş[47] olan İbn Cahız, besin zinciri fikrini de ilk kez ortaya atan kişidir.[48] 9. yüzyılda yaşamış olan el-Dinaveri ise bitki evrimini, bitkilerin gelişimini incelemiş

ve Kitâb’ün-Nebat isimli eserinde birçok türü tanımlayarak botanik bilimine katkılarda bulunmuştur.[49] Bir başka bilim adamı olan el-Nebati’nin öğrencisi olan İbni Baytar

eczacılığa ilişkin ( farmasötik) bir ansiklopedi hazırlamış ve birçok bitki, yiyecek ve ilacı eserinde tanımlamıştır. Bu eserin Latince çevirisi daha sonra Avrupalı bilim

adamları tarafından 18. ve 19. yüzyıllarda kullanılmıştır.[50] İbn Nefis pulmoner[51] ve koroner dolaşımı[52][53] doğru bir şekilde tespit etmiş, metabolizma kavramını

tanımlamıştır.[54]



Biyolojinin temellerinden sayılan modern evrim teorisi, Charles Darwin[55] ‘in görüşlerinin üzerine inşa edilmiştir. Darwin, Türlerin Kökeni[56] , İnsanın Türeyişi, ve Cinsiyete

Mahsus Seçme[57][58], İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi [59] eserlerinde görüşlerini belirtmiştir. Manastırın bahçesindeki bezelyeleri birbirleriyle eşleştirerek genetik

bilimin temellerini atan Gregor Mendel klasik genetik kanunlarının yapıtaşlarını oluşturmuştur.



Sosyoloji



Her ne kadar diğer bilim dallarına oranla görece yeni bir bilim dalı olarak tanımlansa da, sosyolojik yani toplumbilimsel çalışmalar ve gözlemler antik çağlardan beri mevcuttur.

Herodot ve Tukididis gibi isimlerin eserlerinde sosyolojik gözlem ve değerlendirmelere rastlamak mümkündür.



Bir erken dönem İslam sosyolojisinin varlığına dair çeşitli kanıtlar vardır. İslam düşünürü İbn Haldun’un, evrensel tarihi analiz eden yedi ciltlik eserine yazdığı, Mukaddime

isimli önsözünde çeşitli sosyolojik teorileri ilk kez formule ederek sosyal felsefede ve bir dal olarak sosyolojinin gelişiminde öncü konumuna gelmiştir. Örneğin bu eser

aracılığıyla İbn Haldun yeni bir bilim dalı olarak ilm el-ümran bilimini ortaya atmış ve şöyle tanımlamıştır : “Bu bilimin … kendine has bir konusu var( dır); yani ( insani)

toplum, ve kendine has sorunları var( dır); yani toplumun doğasında birbirini takip eden toplumsal dönüşümler…”[60] Ayrıca bu eserindeki düşünceleri ile tarih bilimi ve tarih

felsefesi açısından da önemli bir adım atmıştır.[60]



Her ne kadar sosyoloji terimi kendisinden önce kullanılmış olsa da,[61] bağımsız olarak tekrar terimi ortaya atan[62] ve sosyolojiyi ‘pozitif bilimlerin kraliçesi’ olarak

görerek[62] zaman içinde sosyolojinin babası olarak da anılan isim Auguste Comte’dir.[62] Bununla birlikte genel olarak Comte sosyolojinin kurucusu olarak görülmez.[63]

Batı’daki sosyoloji dalıyla uğraşan ilk isimler genellikle Darwin’in evrim kuramından etkilenmiştiler ve özellikle analojik olarak canlı organizma ile toplumu

karşılaştırmaktaydılar.[63] Bu isimlere örnek vermek gerekirse Herbert Spencer ve Lewis Henry Morgan gibi isimler zikredilebilir.[63] 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında

Émile Durkheim, Vilfredo Pareto, ve Max Weber gibi klasik sosyologlar bilime önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Siyaset bilimi





Siyaset bilimi çok eski çağlardan beri siyasî faaliyetlerle birlikte gelişim göstermiş, önemli bir sosyal bilim dalı hâline gelmiştir. Antik Hindistan’daki Vedik metinlerden,

daha sonraki çeşitli Budist metinlere kadar birçok metinde siyasete dair incelemeler ve çalışmalar yer alır. Hintli siyasî düşünür Çanakya ( MÖ 350-283) siyasî düşünce, ekonomi

ve toplumsal düzen gibi konuları ele alan Arthashastra isimli eseriyle tanınır. Benzeri şekilde Antik Yunan’da da birçok siyasi fikre rastlanır; gerek Homeros, Hesiodos ve

Tukididis gibi erken dönem yazarlarının eserlerinde gerekse Eflatun ve Aristo gibi filozofların eserlerinde çok çeşitli siyasî fikir ve incelemelere rastlanabilir. Eflatun

Devlet isimli eserinde kendince ideal olan siyasi yapılanma ve yönetim biçimini açıklamış ve incelemiştir.



Orta Çağ’da farklı siyasî görüşler ve din ile siyaset ilişkilerini ele alan çeşitli eserler ortaya çıkmıştır. Augustinus’un Tanrı’nın Şehri eseri gibi eserlerin Orta Çağ’daki

din-siyaset ilişkileri anlayışına katkısı olmuştur. Orta Çağ’da ayrıca İslam topraklarında da çeşitli siyasî düşünüşler ve incelemeler olmuştur ve bu çağlardan başlarak

siyasetname, ıslahatname vs. gibi adlandırılan farklı yazın gelenekleri ortaya çıkmıştır. Örneğin 11. yüzyılda Nizamülmülk tarafından yazılan Siyasetname devlet yönetimi ve

devlet işleri konu edilmiştir. Siyasî yazın ve inceleme geleneği daha sonraki çağlara kadar devam etmiş, örneğin Osmanlı Devleti’nde yoğun bir siyasetname ve ıslahatname

gelenekleri ortaya çıkmıştır, Muhyî-i Gülşenî, Hasan Kâfî el-Akhisârî, Kâtip Çelebi gibi isimler Doğu’daki siyaset bilimine katkıda bulunmuşlardır.



İtalyan rönesansı sırasında yazar Niccolò Machiavelli yazdığı Prens ( Il Principe) isimli eseriyle siyaset bilimi tarihi açısından önemli bir yere gelmiştir. Eserde farklı

durumlarda iktidara gelen hükûmdarın her duruma göre nelere öncelik tanıması gerektiği, nasıl bir siyaset izlemesi gerektiği açıklanır. Orta Çağ’da ve sonrasındaki dönemde

birçok farklı siyasî iktidar biçimi ve devlet yapılanması farklı isimlerce savunulmuştur. Örneğin Fransız hukukçu Jean Bodin iktidar ve devlet üzerine yazdığı Devlet üzerine

Altı Kitap ( Les Six livres de la République) isimli eseriyle tanınmış, mutlakiyetçiliği şiddetle savunmuştur.



Bir bilim olarak siyaset bilimi özellikle 19. yüzyılda akademik anlamda yapılanmaya başlamış, 1880 yılında ABD’de ilk siyaset bilimi okulu ( bölümü) kurulmuş ve daha sonra 1903

yılında Amerikan Siyaset Bilimi Birliği kurulmuştur. Siyaset bilimi üzerine akademik çalışmalar artarak devam etmiş, birçok farklı üniversitede siyaset bilimi bölümleri

açılmıştır.

Psikoloji

İbn-i Sina’nın el-Kanun fi’t-Tıb ( Tıbbın Kanunu) isimli kitabının 1484 tarihli Latince bir kopyası. Bu eser genel olarak tıbbı konu aldığı gibi içinde klinik psikoloji başta

olmak üzere psikoloji de konu edilmiştir.



Bugün psikoloji bilimi içerisinde konu edilen çoğu kavram, olay ve fenomen antik Hindistan, Çin ve Mısır gibi medeniyetlerde de felsefî ilgiye mazhar olmuştur. Eflatun ve Aristo

gibi Yunanlı filozoflar da psikolojik çeşitli konulara yazınların ve düşüncelerinde yer vermişlerdir.[64] Bununla birlikte psikolojide klinik[65] ve deneysel yaklaşımlar[66]

Orta Çağ’daki Müslüman bilim adamları tarafından başlatılmıştır.



Akıl hastaneleri olarak tanımlanabilecek ilk kurumlar İslam topraklarında 8. yüzyılda ortaya çıkmıştır.[67] Nitekim Müslüman hekimler erken dönemlerden itibaren “akıl hastalığı”

olarak tabir ettikleri bozukluklara karşı çeşitli terapiler, uygulamalar geliştirmeye başlamıştır.[68] Ahmed bin Sehl el-Belhî beden ve ruh hastalıklarını ayıran ve ayrı ayrı

inceleyen, tartışan ilk isimlerdendir; ruhî hastalıkların zaman içinde bedenin hastalanmasına da yol açabileceğini de ortaya atmıştır.[69] Ayrıca bugün depresyon olarak

adlandırılan bozukluğu tanımlamış ve iki tipinden bahsetmiştir : birincisi bir kayıp veya başarısızlık gibi sebeplerden oluşabilen ve psikolojik yollarla tedavi edilebilecek

depresyon, diğeri ise sebepleri bilinmeyen fakat muhtemelen fizyolojik sebeplerden olan ve fiziksel tıp yöntemleriyle tedavi edilebilecek olandır.[69] Psikoloji alanındaki bir

başka önemli bilim adamı da İbn-i Sina’dır. İbn-i Sina, bugün nöropsikiyatrik durumlar olarak tanımlanan halüsinasyon, insomnia, mani, kâbus, melankoli, demans, epilepsi, felç

ve tremor gibi[41] birçok durumu incelemiş ve tanımlamıştır.



Filozof René Descartes, Batı’da psikolojinin modern felsefi formunun temellerinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.[64] Çeşitli eserlerinde önemli psikolojik meseleleri ele alan

Descartes kendisi bir hekim olmasa da çeşitli anatomi çalışmaları yaptığı bilinmektedir. İngiliz hekim Thomas Willis ise tıbbî bir disiplin olarak psikolojinin ortaya

atılmasında önemli rol oynamış, beyin fonksiyonları doğrultusunda psikolojiye yaklaşım olsun yaptığı yoğun anatomik çalışmalarla olsun psikolojiye büyük katkılarda bulunmuştur.

Ayrıca daha sonraları deneysel psikolojinin gelişiminde John Locke ve David Hume gibi filozofların büyük etkisi olmuştur.[64]



Modern çağa yaklaşırken ortaya çıkan ve özellikle psikolojik bozukluk durumlarında bir tedavi olarak ortaya çıkan hipnotizma ile frenoloji gibi dallar tartışma konusu olmuş;

özellikle de bunların cidden etkili yöntemler olup olmadığı ve herhangi bir bilimsel dayanağının bulunup bulunmadığı tartışılmıştır. Daha sonraları ortaya çıkan Alman deneysel

psikoloji hareketi psikolojiye önemli katkılarda bulunmuştur. Bu zamanda gerçekleşen ve özellikle nörolojik yapıya dair anatomik ve fizyolojik buluşlar psikolojiyi olumlu

etkilemiştir. Alman hekim Wilhelm Wundt 1879’da ilk deneysel psikoloji laboratuvarını açarak bir ilke imza atmıştır.[70] 1890’lardan başlayarak Avusturyalı hekim Sigmund Freud

ise psikanaliz olarak adlandırdığı yaklaşım ile psikolojiye yeni bir yön kazandırmıştır. Her ne kadar psikanalizin bilimsel konumu hâlâ tartışmalı olsa da[71][72] psikanalizin

çeşitli önermeleri ve kavramları genel anlamda Batı kültüründe önemli bir yer kazanmıştır. Yine 1890’larda köpeklerde yaptığı deneylerle İvan Pavlov klasik şartlandırmayı

başarılı bir şekilde göstermiştir. Nitekim daha sonraları da insan dışı primatlar, kediler ve köpekler gibi çeşitli hayvanlar psikoloji deneylerinde kullanılmıştır.

Antropoloji



Her ne kadar antropolojinin kökeni Batı’daki Aydınlanma süreci ve devamındaki erken dönem modern düşünceleriyle ilişkilendirilse de, bu dönemlerden çok önce bugün antropoloji

içerisinde yer alan konulara dair araştırmalar yapılmıştır. Örneğin el-Biruni Hint yarımadasının halkları, gelenekleri ve dinleri üzerine birçok araştırmada bulunmuştur ve genel

olarak antropoloji alanına girecek çok çeşitli araştırma ve çalışmaları sonucu zaman zaman “ilk antropolog” olarak anılmıştır.[73] Biruni, Orta Doğu, Akdeniz havzası ve Güney

Asya kültür ve dinleri üzerine önemli mukayeseli incelemeler yapmıştır. Ayrıca İbn Haldun ile birlikte Biruni bazı akademisyenler tarafından İslam antropolojisine yaptıkları

katkılar sebebiyle övülmüşlerdir.[74]



Kurumsal olarak antropolojinin gelişimi doğa tarihinden doğmuştur ve ilk dönemlerde özellikle Avrupalı güçlerin kontrolündeki kolonilerdeki yaşamın, yerli insanların ve onlarla

ilgili olguları ( kültür, dil, din gibi) araştırılmasını içermiştir. Antropoloji 19. yüzyılda gelişmiş, özellikle 1860’lardaki bilimsel gelişmelerden, özellikle de biyoloji ve

filoloji gibi dallardaki gelişmelerden, etkilenmiştir.[75] Öncü antropologlardan İngiliz Edward Burnett Tylor, Darwin’in evrim kuramını temel alarak antropolojik çıkarımlar

yapmış, medeniyetin gelişimiyle idrakın gelişiminin doğru orantılı olduğunu savunmuştur.[75] Ayrıca çağdaş bazı kırsal veya avcı-toplayıcı halkları evrimsel gelişim açısından

geride görüp, primitif yani “ilkel” olarak değerlendirmiştir.[75] 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında antropoloji görece sosyal anlamda daha az gelişmiş olarak görülen halklar

üzerine yoğunlaşmaya devam etti.[75] 20. yüzyılın ikinci yarısında antropologlar daha Üçüncü Dünya ülkelerindeki daha kompleks yapılarla ilgilenmeye başlamış, daha sonraları,

1970’lerle birlikte, çağdaş Batı ülkelerini antropolojik olarak incelemeye başlamışlardır ki antropoloji için büyük bir adım olmuştur.[75] Çağdaş Avrupa ve Kuzey Amerika

ülkelerinde odaklanan antropoloji çalışmalarında gerek genel olarak toplum, gerekse etnik ve dini azınlıklar konu edilmiştir;[75][76] bunu da bazıları Batılı, kolonileri

inceleyen antropolojinin Batı’yı inceleyen ve Batılı perspektifleri, kanıları Batılı olmayanlar sürekli olarak sınanan bir dala dönüşmesi olarak yorumlanmıştır.[75]

Günümüze doğru





20. yüzyılın başlarından itibaren bilimdeki ilerlemeler büyük hız kazanmış ve akademik çevrenin, daha elverişli bir araştırma ortamına kavuşması bu ilerlemeyi tetiklemiştir.

Bilimle uğraşmak bir prestij haline gelmeye başlamış ve etkilerini göstermeye başlamıştır. Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine 1901’den itibaren verilen Nobel Ödülleri bilimin

prestij yönünü sergiler.[77][78] Bu tip ödüllerle, bilime olan teşvik arttırılmakta ve araştırmalar için gerekli paralar sağlanmaya çalışılmaktadır.

Bilimin modernleşmesine katkıda bulunanlar



Radyolojinin kurucusu olan Marie Curie’nin bilime yaptığı katkılar kimya alanında büyük yankı uyandırmıştır. Radyoaktivite alanındaki çalışmaları ona, 1903 yılında fizik

alanında ve 1911 yılında kimya alanında Nobel kazandırmıştır.[79][80] Albert Einstein’in Alman Annalen der Pysik dergisinde yayınlanan Işığın oluşum ve dönüşümü üzerine bir

görüş,[81] Molekül boyutlarının yeni bir belirlemesi[82] ve Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği[83] başlıkları altındaki makaleleri fizik bilimi için yeni bir sayfanın

açılmasına sebep oluyordu. Genel görecelik ve Özel görecelik, Einstein tarafından fiziğe sunulan en karışık ve en gizemli teorilerden sayılır. Halen tartışmalara sebep olsa da

yüzyılın en önemli bilim adamlarından sayılan Einstein, 1921 de Fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklama ile Nobel Ödülü’ne layık görülmüştür.[84] [85]

20. yüzyıl matematiğinin yönünü değiştiren Godel



Çocukluğundan itibaren matematiğe olan katkıları, Carl Friedrich Gauss’u bu bilimin yapıtaşlarından biri haline getirmiştir.[86] Gauss, sayılar kuramı, analiz, diferansiyel

geometri, jeodezi, manyetizma ve astronomi konularında önemli katkılar yapmıştır. Matematik alanındaki ilerlemeler, Gauss’tan itibaren daha farklı bir hal almaya başlamış ve

onun öğrencilerinden olan Bernhard Riemann’ın oluşturduğu geometri sayesinde izafiyet teorisi gelişmiştir.[87]



20. yüzyılda Srinivasa Aiyangar Ramanujan 3000’in üzerinde teori geliştirmiş; hipergeometrik seriler, asal sayı teorisi, gama fonksiyonu gibi matematiğin birçok farklı dalında

önemli buluşları olmuştur. Kurt Godel’in Eksiklik Teoremi matematikte çok önemli bir yere sahiptir. Godel, 20. yüzyılın matematik bakış açısını değiştiren teoremini, Principia

Mathematica Gibi Dizgelerin Biçimsel Olarak Karar Verilemeyen Önermeleri Üzerine[88] başlığı altındaki doktora makalesinde belirtmiştir. Genel olarak 20. yüzyılda karmaşıklık

teorisi, oyun teorisi, topoloji gibi birçok yeni matematik dalı ve çalışma alanı ortaya çıkmıştır.



1953 yılında DNA’nın yapısını bulan bilim adamları Francis Crick[89], James Dewey Watson[90] ve Maurice Wilkins[91], genetik alanındaki gelişmelere büyük katkıda bulunmuşlardır.

Genetik bilgiyi taşıyan DNA nın çözümü, yüzyılın en önemli bilimsel çalışmalarından birisidir. Genetiğin yeni teknolojik şartlarda ilerleme kaydetmesiyle hastalıkların daha

oluşmadan tespiti mümkün olabilecektir.

Modernleşmede kullanılan metodlar





Bilimin ilerlemesi ile gerekli mekanizmalar çoğalmış ve yeni metodlar ortaya çıkmıştır. Neredeyse her alanda kullanılmaya başlanan teknoloji, sayısal bilimlerin en büyük

yardımcılarından biri haline gelmiştir. Son zamanlarda tıp, genetik ve moleküler biyoloji alanında gösterilen ilerlemede teknolojinin payı büyüktür. İlk zamanlara baktığımızda

fizik ve kimya laboratuvarlarında kullanılan basit aygıtlar temel taşların oluşmasına yardımcı oldularsada, yeni dönem biliminin en üst seviyedeki araçları kullanması ilerlemeyi

hızlandırmış ve günübirlik hale getirmiştir.



Mikroskopun geliştirilmesiyle oluşturulan Elektron mikroskopları bilimsel araç açısından önemli bir ilerlemedir. Koşulların oluşmasıyla beraber artan sistematik düzen, bilimin

ilerlemesine katkı sağladığı gibi insanlık içinde önemli gelişmeleri beraberinde getirmektedir. Teleskopun[92] ilk günlerinden beridir geçirdiği evrim uzayın derinliklerine

ulaşmamızı sağlamış ve karanlık bilinmeyenin içindeki sırları çözmemize yardımcı olmuştur. Bilgisayar teknolojisinin gelişmesi bilimin fayda alanına giren bir başka sistemler

yumağını oluşturur. Bilgisayar yardımıyla kolaylaşan analizler ve doküman hatlarına kolay şekilde ulaşılması, yapılan bilimsel çalışmalarda zaman kazancını sağlar. Bu zaman

kazancı tıp alanında önemli bir faktördür, hastalıkların teşhisi ve tedavi yöntemlerinin hemen geliştirilmesi çok önemlidir.

Bilimlerin sınıflandırılması





Bilimlerin sınıflandırılması ( veya bilimlerin tasnifi) özellikle bilim felsefesinde önemli bir yer tutmuş, birçok filozof farklı temellerden yola çıkarak farklı bilim

tasniflerine ulaşmışlardır. Gerek Eski Yunan felsefesi gerekse daha sonra bu felsefenin temellerini geliştiren İslam felsefesinin Meşşâî ekolünde bilimlerin tasnifi kendisine

yer bulmuştur. Bilimlerin tasnifiyle uğraşan Aristoteles en temel bilimin felsefe olduğu, bilimlerinse genel olarak üç ana kategoride değerlendirilebileceğini savunmuştur. Bu üç

kategori teorik, pratik ve poetik bilimler kategorileridir. Buna göre teorik bilimler kategorisinde metafizik, matematik ve fizik yer alırken, pratik bilimlerde insan fiilerinin

yönetimiyle ilgili bilimler yer alır. Son olarak poetik bilimler kategorisi ile kasıt edebiyattır ve şiir ve retorik gibi bilimleri kapsar. Stoacılar da bilimlerin tasnifini üç

ana kategoriye dayandırırlar, onların öne sürdüğü kategoriler fizik, etik ve mantık kategorileridir. Aristocu felsefeyi temel alan Meşşâî ekolünden İbn Sina ise bilimlerin

benzeri şekilde, iki ana kategoriye ayırır : teorik ve pratik[93]. Dönemde bilim felsefe ayrışması bulunmadığı için, benzeri şekilde, temelde var olan felsefedir ve teorik

felsefe ( veya nazarî felsefe) metafizik, matematik ve fizik bilimlerini içerirken, pratik felsefe ( veya amelî felsefe) ev yönetimi, siyaset bilimi ve ahlâk bilimini kapsar

[93]. Meşşâî ekoldeki diğer filozoflar da, örneğin Fârâbî ve İbn Rüşd, bilimler tasnifini benzeri bir şekilde, büyük ölçüde Aristocu bir temelde ele almışlardır[94]. 10.

yüzyılda ortaya çıkan İslam felsefesi ve bilimlerinde ansiklopedici öncüler olan İhvân es-Safâ hareketi ansiklopedik külliyatlarını oluştururken ortaya belirli bir bilim tasnifi

ortaya koymuş fakat bu tasnifi diğer İslam felsefe okullarından farklı olarak salt Aristo temelli yapmamışlardır; bu tasnifte Aristoteles’in ortaya koyduğu bilim tasnifi sadece

etken tasniflerdendir[94]. İhvân es-Safâ’nın ortaya koyduğu tasnif de üç kategori kullanır : pratik-eğitimsel bilimler kategorisi ( er-riyâziyye), ( konulmuş) şeriat ( es-

ser’iyye el-va’ziyye), ve son olarak hakikî felsefe ( el-felsefe elhakîkiyye)[94]. Bu kategorilerden ilki bireyin ve toplumun pratik yaşamıyla ilgili bilimlerdir ve eğitimsel

bilimleri de içerirler; ahlâk bilimi başta olmak üzere, dilbilimleri, şiir ve aruz gibi edebiyat dalları, kimya ve hesap gibi sayısal bilimler, ticaret ve zanaatlarla birlikte

sanatlar bu kategoriye dahildir[94]. İhvân es-Safâ düşüncesinde mistik kuramların önemli bir yere sahip olması sebebiyle büyü, astroloji gibi şeyler de bu kategoride birer bilim

olarak sayılmıştır[94]. İkinci kategori olan konulmuş şeriat dinî bilimleri ve yolları içerir; Kur’an ile ilgili bilimler olan tenzil, tevil gibi bilimlerin yanı sıra fıkıh ve

ahkam gibi amelî İslam bilimleri ve tasavvuf ile rüya yorumu gibi daha mistik dinî yollar[94]. Hakikî felsefe ise klasik bilimler tasnifi benzeri bir tasnife sahiptir kendi

içinde ve dört ana kola ayrılır : matematik, mantık, doğa bilimleri ve ilahiyat[94].



Filozof Francis Bacon da bilimlerin tasnifi konusuna değinmiş, bilimleri sınıflandırırken aralarında ilişki kurduğu insanî yeteneklerle ( “human faculties”) temel almıştır.

Buna göre üç temel insanî yetenek “hafıza”, “hayal gücü” ve “akıl”dır. Hafıza tarih bilimlerine denk gelirken, hayal gücü poetik bilimlere akıl ise felsefeye denk gelmektedir

[95]. Ele aldığı temeller sebebiyle Bacon’un tasnifi psikoloji bazlı bir tasnif olarak yorumlanmıştır[95]. Bacon’un ayrımı daha sonraları ortaya çıkan ansiklopedik çalışmaların

yanı sıra bilim tasnifi çalışmalarında da etkili olmuştur; örneğin Fransız ansiklopedistler ( geleneği) Bacon’un tasnifini kullanmıştır[95].



Modern çağa doğru en kapsamlı ve önemli bilim sınıflamalarından biri ABD’li filozof ve bilim adamı C. S. Peirce tarafından yapılmıştır[95]. Peirce bilim sınıflamasında, türlerin

sınıflandırılmasında kullanılana paralel bir sistem kurmuştur : dal, sınıf, takım, familya, cins ve tür[96]. Örneğin 1902 tarihli sınıflandırmasında Aritmetik bir bilim olarak

Teorik dalının, Matematik sınıfında yer alan Sonsuz Koleksiyonlar takımının alt takımlarından biridir[96]. Bu sınıflandırmada, iki ana dal mevcuttur ve bilim kavramı bu iki ana

dala ayrılır : Teorik ve Pratik. Daha sonra bu iki dal, başka alt dallara bölünür ve sınıflandırma sınıf ve takımlarla devam eder[96]. 1903’deki bilimsel sınıflandırması,

benzeşmekle birlikte daha farklıdır; tüm ayrışmalar üçlüdür ve özellikle Comte’nin bilimsel sınıflamasından etkilenmiştir[96].



Bugün genel geçer kabul gören bir bilim sınıflaması ( yani bilimlerin tasnifi) yoktur[95]; nitekim bazı filozoflar bilim sınıflaması fikri açısından çeşitli sorunlar olduğunu

öne sürmüştür[95]. Bilimlerin sınıflandırılması üzerine çalışmalar ve ilgi de 20. yüzyılın başlarında büyük ölçüde sona ermiştir[95]. Bilimin öğretilmesinde ve üretilmesinde,

idarî birimlerin ayrıştırmasında çağdaş üniversitelerde genelde birkaç ana dal belirlenir ve ilgili bilimler bu dalların altında çalışılır : fen bilimleri, sosyal bilimler,

teknoloji ( ki buna genelde mühendislik de dahil edilir) ve sanat ile beşerî bilimler; sıklıkla tıp da kendi başına bir dal olarak bu dallaşmada yer alır[95].





Bilim felsefesi



Bilim felsefesi, bilim kavramının veya bilim dallarının içeriklerini, temellerini, sonuçlarını, uygulamalarını ve bunlarla ilgili yaklaşımları ve yöntemleri felsefî anlamda

irdeleyen felsefe dalına verilen isimdir[97]. Özellikle bilim tarihinde önemli bir yere sahip olan bilim felsefesi, genel olarak “bilim” kavramı ile ilişkili olabileceği gibi

belirli bir bilim dalı ile ilişkili ( örneğin biyoloji felsefesi[98], fizik felsefesi[99], kimya felsefesi[100] gibi) de olabilir[101].



Bilim felsefesinin daha öznel tanımlanabilmesi de mümkündür; nitekim bilim felsefesi içerisindeki farklı akımlar bilim felsefesini farklı tanımlamışlardır[102][101]. Bilim ile

felsefenin bilim tarihinin başlarında karışık bir şekilde uygulanması, birçok filozofun aynı zamanda bilim adamları olması ve felsefî eserlerin aynı zamanda bilimsel bulguları,

kuramları da barındırması modern çağa doğru son bulmuş ve bilim ile felsefe iyice ayrışmaya başlamıştır. Bugün anlaşılan anlamda bilim felsefesi de bu ayrışma sonrası,

felsefenin ve filozofların bilim kavramını aklî açıdan ele alması ile başlamış denebilir[102]. Tarih boyunca, bugün bilim felsefesi tarihi ve gelişiminin temelini oluşturan

birçok bilim kuramı geliştirilmiştir. Bunların dışında bilimin mahiyetine ilişkin de farklı akımlar, düşünceler bilim felsefesi tarihinde kendine yer bulmuştur. Örneğin bazı

filozoflar ve pozitivizm gibi akımlar bilimin doğa ve insanî zihinsel çalışmaların bir ürünü olduğunu öne sürerken, bazı filozof ve akımlar ise bundan farklı olarak bilimin

zamana, mekâna ve topluma dayanan bir tür insan faaliyeti olduğunu savunmuşlar, örneğin Thomas Kuhn ve Jürgen Habermas bir faaliyet olarak bilimin tarihî ve toplumsal

ilişkilerine ve bunlardan yola çıkarak yeni bilim tarihi anlayışlarına ve bilim tanımlarına vurguda bulunmuşlardır[102][103][104]. Farklı bilim anlayışlarından özellikle

pozitivist anlayış bir süre genel kabul görmüşse de, 20. yüzyılın ikinci yarısında ciddi biçimde sorgulanmış, eleştirilmiş, hakkındaki genel kanı değişiklik göstermiş ve çağdaş

pozitivizm bazı aşırı söylemlerinden vazgeçip genelde daha orta yolu benimsemeye başlamıştır[102][101][97]. Nitekim postmodernizmin ortaya çıkışı ve etkileri, modernist

pozitivizme karşıdır ve çağdaş bilim felsefesinde önemli bir yere sahiptir[97].



Bilimsel yöntem, bilimsel bulgular ve bilimler içerisinde kullanılan kavramlar da bilim felsefinin konusu olmuştur. Örneğin bilimsel kanunların tam olarak ne olduğu, nasıl

tanımlanması gerektiği ve eğer varsa gerçek bilimsel kanunların, yanlışlıkla yapılmış objektif olarak genel geçer olmayan genellemelerden nasıl ayrıştırılması gerektiği bilim

felsefesi dahilinde tartışılmıştır[102][101].



Bilim filozoflarınca bilimin şu özelliklere sahip olduğu belirtilir :



Bilim olgusaldır. Bilim, olgulara yönlenerek doğrulanabilir olan ifadeleri inceler.[105][102]

Bilim mantıksaldır. Bilimsel ifadeler, mantıksal açıdan doğru çıkarımlar ile ulaşılmış, çelişkisiz ifadeler olmalıdır.[105][102]

Bilim objektiftir. Bilim, öznel ifadeler ile değil nesnel ifadeler ile ilgilenir.[105][102]

Bilim eleştireldir. Bilimdeki mevcut her kuram yeni olgular ışığından çürütülebilir veya değiştirilebilir; her kuramın yerini başka bir kurama bırakabilir.[105][102]

Bilim genelleyicidir. Bilim, tek tek bütün olgular ile ilgili gözlem yapmaz; bunlar ile ilgili genel kurallar ve bağıntılar bulmaya çalışır.[105][102]

Bilim seçicidir. Bilim, her türlü olguyla değil yalnızca ilgi alanına giren ve önemli olgular ile ilgilenir.[105][102]



Bu özelliklerin dışında bilimin bir takım inançlara dayandığı ifade edilir :



Bilim realisttir. Buna göre dış dünya özneden bağımsız ve gerçektir.[105]

Bilim rasyonalisttir. Buna göre dünya anlaşılabilir ve akla uygun bir dünyadır. Bu nedenle olguları akıl yolu ile kavramaya elverişli bir düzeni vardır.[105]

Bilim nedenselcidir. Buna göre doğadaki her şeyin bir nedeni vardır, doğadaki bütün olgular arasında neden-sonuç ilişkisi bulunur.[105]

Bilim nicelcidir. Buna göre var olan her şey ölçülebilirdir.[105]











Bilimsel yöntem



Bilimsel yöntem çeşitli yeni bilgi edinmek veya bilinen bazı bilgileri doğrulamak veya düzeltmek amacıyla, çeşitli fenomenleri araştırmak için ve geçmişte kazanılmış, öğrenilmiş

bilgileri tamamlamak için kullanılan yöntemlerin bütününe verilen isimdir. Bilimsel yöntem( ler) gözlemlenebilir, deneysel ( ampirik) ve ölçülebilir kanıtların belirli bazı

mantıksal prensiplerle incelenmesine dayanır[106]. Bilimsel yöntem, Oxford İngilizce Sözlük’te şöyle tanımlanmıştır :

« 17. yüzyıldan beri doğal bilimleri karakterize etmiş, sistemik gözlem, ölçüm, ve deney, ve formülasyon, test etme, ve hipotezlerin değiştirilmesini içeren

yargılama metodudur.[107] »





Bilimsel yöntem diğer bazı bilgi edinme yöntemlerinden, bilim, deney ve mantık temelli olmasıyla ayrılır. Aynı şekilde bilimsel yöntem ile elde edilen bilginin, tekrar

edilebilir deneylerden sonra tekrar ulaşılabilir olması gerekir. Bu açıdan bilimsel yöntem sıklıkla vahiy bazlı olan dinî yöntemden farklıdır; dinî bilgide esas sıklıkla

vahiydir oysa vahiy tekrar edilebilir bir deney olmadığı için bilimsel bir yöntem değildir[108]. Her ne kadar farklı bilim dallarında ve farklı bilgi konularında farklılaşmış,

konuya özelleşmiş bilimsel yöntemler kullanılsa da genel bazı noktalar bilimsel yöntemlerin temelini oluşturur. Genellikle bilim adamları, araştırmacılar belirli bir fenomeni

açıklamak adına büyük ölçüde ellerindeki bilgileri kullanarak hipotezler öne sürerler[109][110]; daha sonra bu hipotezleri test etmek için çeşitli deneyler hazırlarlar[109] ve

deneylerin sonucuna göre bir hipotezin doğruluğu veya yanlışlığı ortaya çıkar[110]. Bazen bir hipotezin doğruluğu belirli deneyler sonucu kabul edilse de; daha sonra yanlış

olduğu farklı deneyler yoluyla da kanıtlanabilir[109]. Bu sebeple her türlü hipotez, sürekli olarak deneylere tabii tutulabilir. Bilimsel yöntem açısından, bilimsel yöntemler

sonucu elde edilen bilgilerin paylaşılması ve arşivlenmesi çok önemlidir zira bu bilgiler ışığında aynı veya farklı yöntemlerle ilgili deney ve testlerin tekrar edilmesi,

yeniden üretilebilmesi ve yapılabilmesi bilimsel yöntem sonucu oluşacak bilgi açısından kaçınılmaz bir gerekliliktir – deneylerle aynı sonuç tekrar tekrar üretilebildiğinde

hipotez kuram olmaya yaklaşır[109].

Bilim çevreleri ve camiası



Bilim camiası birçok farklı bilim dalında uzmanlaşmış, farklı dallarda araştırma yapan birçok bilim adamı ve ilgili kurumlardan oluşmaktadır.

Bilim dalları



Zaman içinde farklı bilim dalları, veya alanları, özelleşmiş ve gelişmiştir. Sıklıkla akademik düzeyde bilimlerin dallaşması iki ana kategoride ele alınır. Doğal fenomenleri

araştıran ve inceleyen doğa bilimleri ( veya doğal bilimler) ile toplumu, bireyi ve insanî faaliyetleri ve davranışları araştıran ve inceleyen sosyal ve beşerî bilimler.

Biyoloji, fizik ve kimya gibi bilimler doğa bilimlerine örnekken, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimler sosyal bilimlere örnektir. Bu temel alanlar arasında çok çeşitli

ilişkiler olmuş, mühendislik ve tıp gibi bu alanlarla ilişkili birçok uygulamalı disiplin de olduğu gibi özellikle son yüzyılda birçok inter-disipliner dal da ortaya çıkmıştır;

sibernetik[111], ekonofizik[112] ve tıbbi antropoloji[113] gibi.



Matematik bilimi sıklıkla bu iki ana kategoriden farklı üçüncü bir kategori olan formal bilimler kategorisinde yer alır; zira hem doğa bilimlerine hem de sosyal bilimlere yakın

ve uzak olduğu birçok nokta mevcuttur. Matematik, belirli bir bilgi alanının nesnel, dikkatli ve sistematik incelenmesi hususunda doğa bilimlerine yakınken, inceleme yöntemi

olarak ampirik yani deneysel yöntemler barındırmaması açısından ayrılır; matematikte edinilen bilgi ampirik yöntemlerle değil de a priori ile doğrulanır. Formal bilimler

kategorisi matematiğin yanında istatistik ve mantık bilimlerini de içermektedir. Bu iki bilim, matematik ile birlikte, tüm bilimler, özellikle ampirik bilimler açısından önemli

bir yere sahiptir; örneğin formal bilimlerdeki çeşitli gelişmeler fiziksel ve biyolojik bilimlerde de büyük gelişmelere sebep olmuştur. Nitekim formal bilimler hipotez, kuram ve

kanunların oluşmasında, hem şeylerin nasıl çalıştığı ve olduğuna yönelik ( doğa bilimleri) hem de insanların nasıl düşündüğü ve davrandığına yönelik ( sosyal ve beşerî

bilimler) keşif ve tanımlamalarda hayati bir önemi sahiptir.



Sosyal bilimlerin bir ampirik bilim olup olmaması durumu 20. yüzyıldan beri tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar etrafında sosyal ve davranışsal dalların bir kısmı bilimsel

olmadıkları eleştirileriyle karşılaşmıştır. Hatta bazı akademisyenler ( örneğin Nobel Ödülü sahibi fizikçi Percy W. Bridgman,[114]) ve bazı siyasetçiler ( örneğin ABD Senatörü

Kay Bailey Hutchinson[115]), diğer dallara oranla spesifik-olmayan, muğlak veya bilimsel açıdan yersiz buldukları bazı dallar için “bilim” sözcüğünü kullanmaktan kaçınmıştırlar.

Académie des sciences’i ziyareti sırasında XIV. Louis, 1671.

Kurumlar



Bilimsel fikir, deney ve bulguların paylaşımı, iletişimi ve tanıtımı gibi amaçları güden bilim topluluklarına Rönesans döneminden beri rastlanmaktadır.[116] Bugüne ulaşmış en

eski kurum is İtalya’daki Accademia dei Lincei’dir.[117] 1660 yılında İngiliz Royal Society ( Kraliyet Cemiyeti)[118] ve 1666 yılında Fransız Académie des Sciences[119] ile

başlayarak, ulusal bilim akademileri, toplulukları birçok ülkede bulunan seçkin bilimsel araştırma ve bilgi kurumlarıdır.



Birçok uluslararası bilimsel örgüt, örneğin Uluslararası Bilim Konseyi ( International Council for Science), farklı milletlerin bilim toplulukları, camiaları arasındaki

işbirliğini geliştirmek ve önayak olmak amacıyla kurulmuştur.

Yazın



Bugüne kadar muazzam çeşitlilikte bilimsel yazınlar yayımlanmıştır ve yayımlanmaya devam edilmektedir.[120] Bilimsel jurnaller üniversitelerde ve diğer çeşitli araştırma

kurumlarında yapılan araştırmaların sonuçlarını belgelemek ve iletmekte; bilimsel araştırmaların ve çalışmaların bu sebeple de bilimin arşivsel bir kayıdı olma işlevini

görmektedirler. İlk bilimsel jurnaller, Journal des Sçavans ve ardından gelen Philosophical Transactions, 1665 yılında yayımlanmaya başlanmıştır. O zamandan buyana düzenli

yayınların toplam sayısı durmadan artış göstermiştir ki 1981 yılında yapılan bir tahmine göre yayındaki toplam bilimsel ve teknik jurnallerin sayısı 11.500’dü.[121]



Birçok bilimsel jurnal belirli bir bilim dalını kapsamakta ve o daldaki araştırmaları yayımlamakta, sunmaktadır; araştırmalar normalde bilimsel bir tez formatındadır. Bilim

çağdaş toplumlarda o kadar yaygın ve nüfuzludur ki genellikle başarıların, haberlerin ve bilim adamlarının heveslerinin daha geniş kitlelere aktarılması gerekli görülür.



Bilimsel dergiler, örneğin New Scientist veya Scientific American, daha geniş bir okuyucu kitlesinin ihtiyaçlarına karşılık vermekte ve bazı araştırma alanlarındaki kayda değer

keşif ve gelişmeler dahil birçok popüler araştırma alanın teknik olmayan özetlerini sunmaktadır. Ayrıca, yüzeysel olarak, bilim kurgu türü, temelde fantastik bir doğaya sahip

olsa da, genel olarak toplumun hayal gücünü cezbetmekte ve belki bilimsel yöntemleri değil ama bilimsel fikirleri iletmektedir.

Eleştiriler ve tartışmalar





Kendi başına meşruiyet kazanamayacak olan ve bu sebeple bilim gibi tavır takınarak kendisine meşruiyet kazandırmaya çalışan herhangi bir yerleşmiş bilgi bütünü bilim olarak

kabul edilmez; bunlara genellikle sınır-bilim ( fringe science) veya alternatif bilim denmektedir. Bunların en büyük eksikliği, doğal bilimlerde olduğu gibi bilimlerin

gelişimine katkıda bulunan, dikkatlice kontrol edilen ve etraflıca incelenip, yorumlanan deneylerden yoksun olmalarıdır. Bir başka terim de çöp bilimdir. Çöp bilim ( junk

science), aslında meşru, doğru sayılabilecek çeşitli bilimsel teori ve verilerin, yanlış bir şekilde veya hataen karşıt bir tarafı, tutumu savunma amaçlı kullanımıdır. Terimin

kullanımında genellikle ideolojik veya siyasî önyargı ve etkenler de söz konusudur. Ticari reklamların çok çeşitli bir kısmı da bu kategoriye düşmektedir. Son olarak, bu

terimlerden ayrı ve farklı olarak, bilimsel fikirlerin iyi niyetli olsa da yanlış, eskimiş, eksik veya fazlasıyla basitleştirilmiş teşhirleri ve tezahürlerine de

rastlanılabilir.



Birçok bilgi bütünü ve dalının gerçekten bilim ( dalı) olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Bu hususta tartışmalar ve fikir ayrılıkları oldukça büyük sayıdadır ve sosyal ve

davranışsal bilimler gibi bazı alanlar çeşitli eleştirmenler tarafından bilim dışı olmakla suçlanmıştır. Farklı alanlardan birçok kişi, örneğin Nobel Ödülü sahibi fizikçi Percy

W. Bridgman[114] gibi bazı akademisyenler ve örneğin ABD Senatörü Kay Bailey Hutchinson[115] gibi bazı siyasetçiler, diğer dallara oranla spesifik-olmayan, muğlak veya bilimsel

açıdan yersiz buldukları bazı dallar için “bilim” sözcüğünü kullanmaktan kaçınmıştırlar. Bazı filozoflar da bu açıdan farklı fikirler sunmuşlardır; örneğin Karl Popper bilimsel

yöntemin[122] ve kanıtların[123] varlığını reddetmiştir. Popper’a göre sadece bir tane evrensel yöntem vardır; olumsuz deneme ve yanılma yöntemi. Bu, bilim, matematik, felsefe,

sanat vs. dahil insan zihninin tüm ürünlerini kapsadığı gibi, hayatın evrimini de kapsar.[124] Ayrıca Popper, eleştirel rasyonalizm ( Popper, Albert) ile Frankfurt Okulu (

Adorno, Habermas) arasındaki sosyal bilimlerin metodolojisini konu alan felsefî bir tartışma olan, pozitivizm tartışmasına da katkıda bulunmuştur.[125]

Felsefi bakış ve odak



Tarihçi Jacques Barzun bilimi “tarihteki her inanç kadar fanatik bir inanç” olarak tanımlamış ve insan varoluşu açısından tamamlayıcı olan mânâ düşüncelerini bastırmak amacıyla

bilimsel düşüncenin kullanımına karşı uyarmıştır.[126] Carolyn Merchant, Theodor Adorno ve E. F. Schumacher gibi birçok çağdaş düşünür 17. yüzyıldaki bilimsel devrimin bilimi

doğayı veya hikmeti anlamaya çalışan bir odaktan, doğayı kendi çıkarları için kullanmak ( manipüle etmek) odağına kaydırdığını ve bilimin doğayı manipüle edişinin sonunda

kaçınılmaz bir şekilde insanları da manipüle etmesine yol açacağını düşünmüşlerdir.[127] Ayrıca, nicel ölçümlerin bilimin odağında olması, bilimin dünyanın önemli nitel

açılarını göremediği eleştirilerine yol açmıştır.[127]



Bilimin icraasında, etik ve çalışma ahlâkının ideolojik bir şekilde reddedilmesinin sahtekârlık, intihal ve veri tahrifi gibi çeşitli formlardaki sonuçları birçok akademisyen

tarafından eleştirilmiş ve yerilmiştir. Filozof Bernard Rollin, “Bilim ve Etik” ( Science and Ethics) isimli eserinde, etik ve ahlâkın bilim ile alâka ve ilgisini reddeden

ideolojik görüşü inceler ve temel etik anlayışının ve kurallarının öğretilmesinin, bilimsel eğitimin vazgeçilemez ve ayrılmaz bir unsuru olduğunu savunur.[128]

Medya ve bilim tartışması



Kitlesel medya, birbiriyle yarışan farklı bilimsel iddiaları, bu iddiaların bilimsel camiadaki kabul edilebilirliği ve güvenilebilirliğini tam olarak, kesin bir şekilde

yansıtmalarını engelleyen çeşitli baskılara maruz kalmaktadır. Bilimsel bir tartışmada farklı taraflara ne kadar ağırlık verileceğini belirlemek, tartışmanın konusu hakkında

uzmanlık ve bilgiyi gerektirir.[129] Çok az gazeteci gerçek anlamda bilimsel bilgiye sahip olduğu gibi, belirli bilimsel meseleler üzerine bilgiye sahip olan bir gazeteci bile

aniden haberini yapması gereken diğer bilimsel meseleler üzerine az şey biliyor olabilir.[130][131]

Epistemolojik yetersizlikler



Psikolog Carl Jung’a göre her ne kadar bilim doğanın her yönünü, tam olarak anlamaya çalışsa da kullanılan deneysel yöntemler ancak suni ve sınırlı sorular ortaya atacak ve

dolayısıyla sadece kısmi cevaplara ulaşılabilinecektir.[132] Robert Anton Wilson, bilimin soru sormakta kullandığı araçların ürettiği cevapların sadece kullanılan araçlar

açısından anlamlı cevaplar olduğunu ve bilimsel bulguların incelenebileceği tamamen nesnel bir bakış açısının olmadığını öne sürerek bilimi eleştirmiştir.[133]

Bilim ve din





Bilim ile din arasındaki ilişki, ikisi de son derece geniş konuları ele aldığı için son derece farklı biçimlere sahiptir. Bilim ve din birbirinden farklı yöntemlere ve sorulara

sahiptir. Bilimsel yöntem doğal, fiziksel ve maddesel konulara ölçüm, hesaplama ve tanımlamayı temel alan ampirik bir biçimde yaklaşır. Dinsel yöntemler ise evrendeki ruhani

meseleleri, varlıkları doğaüstü otorite ve ilâhî vahiy gibi kavramlarla açıklamaya ve anlamaya çalışır. Tarihsel olarak bilimin din ile olan ilişkisi son derece karmaşıktır.

Dinsel doktrinler ve nedenler zaman zaman bilimin gelişimini etkilerken, bilimsel bilgi de dini inanışları etkilemiştir.





Tarih boyunca bazı düşünürler bilim ile dinin uzlaşamaz ve birbirine karşıt uğraşılar olduğunu öne sürse de, -ki bu genel olarak bilimin sorgulamaya dayanması, dinin ise

sorgulamadan inanmayı gerektirmesinden kaynaklanmaktadır. – bazı düşünürler de aksini iddia etmiştir. Özellikle 19. yüzyılın belirli dönemlerinde din ile bilimin birbirine

muhalif olduğu görünüşü kazanmıştır. Bu dönemlerde geliştirilen muhalefet, karşıtlık tezine göre bilim ile din arasındaki herhangi bir etkileşim her daim çatışmaya yol açacaktır

ve din de, yeni bilimsel fikirlere karşı, saldırgan olan taraf olacaktır.[134] Her ne kadar bu anlayış 19. yüzyılda John William Draper ve Andrew Dickson White gibi isimlerce

yaygınlaştırılmaya çalışılmışsa da bilim ile din arasındaki tarihsel ve bugünkü etkileşimi, çatışma anlarından işbirliği anlarına kadar, açıklamaya yeterli olmamıştır.[135]

Nitekim gerek Kopernik,[136] Galileo, Kepler ve Boyle gibi Batı bilim tarihinde yer almış önemli isimler, gerekse İbn-i Sina[137] Biruni[138] ve İbn-i Heysem[139] gibi Doğu

bilim tarihinde yer almış önemli isimler oldukça dindar ve inançlı insanlardı. Bununla birlikte, bilim ile dinin tarih içinde çatıştığı meseleler de olmuştur ve bilim ile dinin

uzlaşmasının mümkün olmadığını savunanlar bugün de mevcutturlar. Örneğin İngiliz evrimsel biyoloji uzmanı Richard Dawkins bilim ile dinin uzlaşmasının mümkün olmadığını şiddetle

savunmaktadır.[140] Aksi görüşte olan bilim adamları ve yazarlar da mevcuttur; ABD’li biyolog Kenneth R. Miller gibi. [141]



Tarih boyunca din ile bilimi birleştirmeye çalışan, birbiriyle çelişmeyen yöntemler olduğunu ileri süren ve hatta birbirlerini tamamladıklarını düşünenler de olmuştur. Zaman

zaman dini kanıların bilimsel yöntemlerle veya bilimsel kanıların dini yöntemlerle açıklamaya çalışanlar olmuştur. Örneğin, İbn-i Sina Tanrı’nın varlığını akıl ve mantık yoluyla

açıklamaya çalışmıştır.[142] Buna ek olarak, özellikle modern çağda, bazıları bilim ve dinin birbirinden bağımsız olduğunu, insani deneyimin birbiriyle ilgisiz yönleriyle

uğraştıkları ve bu sebeple birbirlerinin alanına bulaşmadıkça, kendi alanları içerisinde, sorunsuz bir şekilde birlikte var olabileceklerini öne sürmüşlerdir.Ama bu pek de

mümkün olmamıştır.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)